Sunday, December 31, 2006

evdeki kalabalığı akıllıca bir manevra ile savuşturdum, akşam 6 ya kadar ev benim, sigara da içerim dansöz de oynatırım (sahi hakikaten yapsam mı acaba? ) sonra ben de yorucu kaderimle ve bitmeyen çilemle bilmem kaçıncı kez yüzleşip kendi kendime geçmişteki seçim beceriksizliklerim için bütün gece sövüp saymak üzere topuklayacağım...hem bayram hem yılbaşı, burjuvalaşma sürecinde birhayli yol kateden ve çekirdek aileye can-ı gönülden bağlı olup da kalabalık aileye sedece Fellini filmlerinde tahammül gösterebilen bendenize biraz fazla gelecek...
-merhaba
--merhaba
-iyi bayramlar
--size de
-nasılsınız?
--iyiyim hamdolsun siz nasılsınız?
-ben de iyiyim
--(tamam diyalog bitti hadi sktr git)
bu sonuncusu benim kafa sesim, kimseye demedim şimdiye kadar...ama işte burda bile bitmiyor gereksiz bir sürü soru, nerde çalışıyorsunuz , şöyle böyle, memleket meseleleri, Saddam'ın idamı bile konuşulur korkarım, sanki ben astım adamı...

neyse, "evde tek başıma" yım, değerlendirsem bari...bir müzik açarım, bir pipo içerim, biraz uzanır kitap okurum...işte bu da benim bayramım...

Saturday, December 30, 2006

Sabah idam edildiği haberi geldi...Kötü bir adamdı, sanırım kendisinden daha kötülerin olabileceğini hesap edemedi...
dün yükleme fazla geldi, bugün de devam etti sabahtan ama uyudum uyandım uzun bir öğleden sonra ve şimdi daha iyiyim...hastalıktan kalkmış gibiyim...uzayıp giden ve bitmek bilmeyen onarımlar sinirimi bozuyor, böyle anlarda hiç ummadığım kadar düzen takıntıları geliştiriyorum kendi kendime, şaşırıyorum...

bana küçükken yapılanları yanlış olduğunu bile bile oğluma yapıyorum...insan bir yanlışın peşine neden takılır...hemen söyliyeyim, çaresizlikten, doğruyu bulamamaktan...elde ne varsa onunla idare etmek çabası içindeyim, öfkemi denetlemekte zorlanıyorum...

bu akşam iyi de birşey oldu, artık neredeyse " boşuna mı aldım acaba ?" sorusunu sormaya başladığım sevgili alto saksofonumla elle tutulur bişiyler çalmayı başardım...bu denli iyi bir ton yakalamak beni sevindirdi, demek uğraşsam daha da iyi çalacağım...birini bulsam ve ders alsam hele...tam süper olacak...

son iki gün yorgunluk tavan yaptı, bayramda dinlence umuyorum kendi kendime...herkese...tüm gençlere ve genç kalanlara ( bu da ne demek be???)

Friday, December 29, 2006

This post has been removed by the author.

Thursday, December 28, 2006

yılbaşı gecesi biryerlere davetliymişiz...pöhhh...
pek tercih etmeyeceğim biryerlere, hiç gitmek istemediğim biryerlere...bana soran olmadı,olmaz da zaten, ben "soru sorulan" değil "talimat verilen" kişisiyim bu oyunun...
bayram ziyaretlerinden zaten hiç hoşlanmıyorum,tanımadığım ya da tanıyıp da fazladan hisler beslemediğim insanlarla zoraki bir nezaketi paylaşmaya çalışmak çok canımı acıtıyor...hem "zorlama bayram "hem de "zoraki yılbaşı partisi", ikisi aynı güne gelecek ve aşırı doz...kendime gönüllü nöbet mi yazdırsam acaba? o tarafa doğru kimsenin itiraf etmediği, tartışamadığı, konuşamadığı ve fakat herkesin da aynı anda bildiği bir gidiş var...buna "kötüye gidiş" diyorlar...bunlardan beni çekip çıkaracak birşey yok mu şu denizlerinde 200 farklı çeşit balinayı barındıran alemde (sayı tutmadı galiba ya , neyse...)

Wednesday, December 27, 2006

oy anam oy, hava çok soğuk...kimbilir şu saatlerde kaç kişi böyle yazıyordur sağa sola...hiç soğumayacakmış gibi yapınca havalar, biz de kendimizi Hawaii de zannettik...yok, o kadar değil, ama işte gelmeyecek zannediyorsun...Halbuki eksikleri bol bir şehir olan ankara'nın kışı iyidir, soğuk olur, "buradayım" der, üşütür, sonra da yerini bir aydan daha fazla yaağan akşamüstü yağmurlarına bırakıp gider...Daha çok var onlara, kış yeni başladı...

Kar yağsa ve kırsaldaki eve gitsek ve mahdum efendi ile kızak kaysak...mavi çamımız var, onu da süslemek istedim, ışıklar yansın geceleri ve geyikler kızak çeksin...olamaz mı?

Tuesday, December 26, 2006

baba, büyüksün...

Monday, December 25, 2006

Kendi Bıraktığım İzlerde

Kendi bıraktığım izlerde

Yürümeye
ne gücüm var
ne de anlamı var

bunun
Varsın ters yüz olsun yüreğim
Varsın pelteklesin dilim
Konuşmayı unutan ya da
Yeni bir dile başlayan gibi

Tüm bu yararsız anlamsız
Döküntüleri
Kurumuş çalılar gibi
ateşe vermek isterim

Attila Jozsef
dün ekmek götürürken eve fırından, yan sokakta bir apartmanın girişinde oyuncak olmak için fazla ufak ama sahici de olamayacak kadar mukavvadan yapılmış bir tank gördüm... herhalde birşeylerin dekorasyonu için kullanılacaktı, ya da kullanıldı ve oraya geri bırakıldı...
şimdi ben de inanamıyorum ve anlatırken sanki kendimden değil de tanıdığım birisinden bahseder gibi bahsediyorum.ama işte tıpkı da bir belle and sebastian şarkısında söylediği gibi," i fought in a war"... bu hakikaten de oldu, savaştım, savaşı yaşadım, yaşanabilecek boyutları ile...
sevilecek bir şey değil ve fena halde bağımlılık yapıyor , bellek oraya kilitlenip kalıyor çünkü...korku eşiği geçilince (zor da olsa geçiliyor) bir umursamazlık, kendine güven ve gizli bir ölme isteği gelip yapışıyor...bu anı çok zevkli, artık sanki öldüm de geri gönderildim ve kendi hayatımdan çalarak uzatmaları yaşıyorum gibi bir garip hiz, bir baş dönmesi...savaşa gidenlerin "savaş çok kötü" demelerine bakmayın (tabi ki çok kötü) hepsinin kafasının bir yeri artık o savaşa ait, ve tekrar gitmek isteyen bir sapık yaşıyor içlerinde, bazısı itiraf edemez bunu...
belki de insanoğlunun normali savaş, biz normalle anormali birbirine karıştırıp sonra da "neden öyle de böyle değil " diye dövünüyoruz...
hayır, oğlum gitsin istemem, eğer bunu soracak bir kurnaz varsa (hep vardır) hemen vereyim cevabını...

Sunday, December 24, 2006

gecenin bu saatinde canım çay istedi...ortalık sakin, mahdum bey çoktan uyudular, rüyasında barajlar, savaşlar, yavru kediler ve köpekler görüyor olmalı...
senenin son haftası, ilkinden pek de farklı görülmüyor, hava biraz soğudu, yağış olmazsa suları keseceklermiş...sususluk bana silah alıp birilerini vurma duygusu veriyor, bir insan akıl sağlığı henüz yerinde iken (değilken zaten farketmiyor) ne kadar rahatsız olabilirse, yani bunun için (muhakkak vardır) bir üst sınır varsa ve o artık herneyse, işte su kesilince saniyeler içinde tam da o noktaya ulaşıyorum...öteki evde depo var, sakin karşılıyor ve küçük su motorunu çalıştırıyorum sadece...
küçük sandviç ekmekleri sertleşmiş, mahdum için aldıkama o yiyemez, mecbur bize kaldı, dişler sağlam ihtiyarlık henüz dişleri vurmadı...
bu müzik işlerinde "tamam , oldu , biraz da dinleneyim" diyebilecek miyim acaba birgün...hadi 2007, bak senden ileri derecede umutluyum, sanal bir hadisesin biliyorum ama işte, başka umutlanacak şey bulamayınca insan yıldıza, ge4zegene, yörüngeye sardırıyor...

hadi gittim, daha yapacak işler var...

Saturday, December 23, 2006

yoruldum, yorgunum...evdeki iki "birbirinianlamayan" a kızdım, bağırdım, biri ötekine ders çalıştırıyor güya, son verdim eylemlerine, gidip yattılar... ne zaman yorgun olduğumu söylesem, nedense hiç kale alınmıyor...gidip aynaya bakıyorum hemen, çok mu dinç görünüyorum da kimse inanmıyor diye...yok, öyle de değil...nedenini bulamadım, sanırım kimsenin işine gelmiyor..."evet, yoruldun" dense arkasından "dinlen" denecek..."hayır, yorulmadın" dense ben arıza çıkartacağım, ayrıca hiç sevmem ikide bir hastalanan yorulan şikayet eden zayıf bünyeleri, ama ben bu ara Y-O- R-G-U-N-U-M, yeminle bak...
hayvanlar gibi olduğu yere çökmek en iyisi, o zaman ister inansın ister inanmasın, karşıdakini yapacak şeyi de kalmıyor...bir gün denesem, bu koftiden hastalık numaralarını hiç beceremem ama mesela şu ara numaradan bir bayılma bana birkaç haftalık inandırıcılık kredisi ile dinlenme şansı sağlardı...

neticede: yorgunum...

Friday, December 22, 2006

giderim zorunluyum yabancı bir ülkeye
telefonun ucunda, yazanlar yokuşundan öte
kuğulu parkı kıvrıldığında otobüslerde
boşaltılmış bir evin camlarından uzatarak başını
ve kalem kutularında uyku minderlerinin
ağlanarak uyunan gündüz güneşliğinde
anar beni açar bir parantez olarak

e.g.
her şey dönüp dolaşıp "kabullenmeye" varıyor...kabul edebildikten sonra sorun yok...neyi mi? kabul edilemeyecek her ne avrsa onu...
bazen geçmişimdeki boş hadiseler de birer anı olarak karşıma çıkıyor...frankfurt'tan gelirken ankara'ya uçak münih'te de durmuştu, tam 30 sene önce...bu hadisenin bir anı olabilmesi için gerekçesi yok,yani bir adam yerime oturmuştu hostese rica ettim kaldırdı ama buralara uçan uçaklarda çok sık oluyor hiç bir önemi yok zaten hemen kalktı hostes ikaz edince... bu yolculuk nedense arada bir kendini hatırlatıyor...

ne mi yapıyorum? durumumu kabul ediyorum...
türlü çeşitli engeller...bazen "en büyük engel hayatın kendisi " diyorum, ne dediğimin farkına bile varmadan...ağzımdan çıkanı kulağım duymuyor ve kendi kendime konuşuyorum...

Thursday, December 21, 2006

bu da bir blog böyle kabul etmek gerekir...bu hizmeti verenler allah razı olsun tabi alıp elimizden tuttular bir yerde ama işte önce zorladılar başkayere taşı diye şimdi de diyor ki buradan şeyedemiyoruz başka yerden şeyedin, bulduk ta ettik zar zor...
Geçen haftaya ait öfkeler azalıyor yavaş yavaş, ama işte çapsız niteliksiz insanların tekke bekleyip lokma kapma sevdası ve başarısı (ikisine birden performans diyorlar kısaca) hala arada sırada bir incesızı gibi gelip canımı sıkıyor.kafamda çok sivri fikirler var ve bunlar ticaretle uyuşmuyor, oysa ki günümüzde herşey ticaret, ve finansla uyuşmamak daha hiç bilin(e)meden tarihe karışmak, daha hiç nefes alamadan bir nevi ölü doğmak gibi. Lafı dönüp dolaştırmak istemem (aslında bayılırım) Orson Welles'in radyosundan söz ediyorum, bir tarafın ses verdiği ve öbür tarafın o sesi aldığı, iki tarafın da birbiri ile ilgili (işte bu kısmı çok heyecanlı) sadece önsezilere ve önyargılara sahip olduğu, yani iki tarafın da bilgilerinin son derece tutarsız ve flu olduğu bir ilişki radyocu ile dinleyici arasındaki. bir vakitler radyolar kullanarak bazı performanslar sergilemeyi düşünmüştüm ve bunu da (başka şehirde olmazmış gibi ) illa ki new york da yapmak istemiştim, bir defterde durur o tasarımlar. bir ara sevgili sessiz blog'umla paylaşayım iyi akıl ettim. o vakitler zaten new york da idim ve şehrin nedense böyle antin kuntin faaliyetler için pek bir davetkar havası var.bir fm frekansına ihtiyaç duyuyorum, acilen ve yüksek doz.
bu da bir blog böyle kabul etmek gerekir...
madem ki bu neredeyse hiç okunmayan bir blog, ben de onu topuğundan vurayım...yok yok ayıp...

bugün de meyve vermeyen ağaçlara benzedi...bir işe başlasam da yarım bıraksam ona da razıyım...

1. stüdyo bitecek
2. grup hazır edilecek provalar filan
3. davulcu ritm sektirirse beynine inilecek
4. mahdum bey in daha yüksek notlar alması sağlanacak (özellikle ecnebi lisanlardan)
5. saksofon dersi alınacak (yok yok öylesi değil enstrüman olanı)
6. radyo işi acilen halledilecek, gerekirse söz vermiş olanlardan finans desteği sağlanacak

hadi be günlük, göreyim seni...daha da çok iş var yapacak ama birisi hallolsa hepsi birden hallolacak gibi de bir his var içimde.
madem ki bu neredeyse hiç okunmayan bir blog, ben de onu topuğundan vurayım...yok yok ayıp...

Tuesday, December 19, 2006

madem ki bu az okunan bir blog, ben de ona az okunan blog muamelesi yapayım (sebastian, kırbacımı getir) kafanın 15oo devirde sardığı aşırı yorucu bir gecenin sabahında işe gidilemedi, çok şiddetli baş ağrıları nedeniyle... çıkıp dolaşılsa sokaklarda, güzel bir gün bile olabilirdi, ama bütün gün uyununca görülen rüyalarla yetinildi...kendi kendine tedaviye inanıldığı için ilaç ta alınmadı, hem bilmez misiniz ki "zaman en iyi ilaçtır" ...bir de uyku tabi...
uyudum, uyandım, ev rutin akşamüstünden geceye dönüyor. birazdan sıkı bir filitre kahve (büyük insanlık atom bombası ve jet tayyaresi'ne harcadığı mesainin birazını da kahve neslinin ıslahı için harcasaydı şimdi ne süper kahveler içerdik düşünmek bile istemiyorum...gerçi yine içiyoruz tabi de..) yaparım, ev fazla kalabalık olmadan belki bir pipo falan...alınıp dinlenemeyen cd lerler okunmayı bekleyen kitaplara ( o kadar da fazlalar ki , hangisinden başlayacağız? ) sonra bir bakmışsın akşam olmuş...
madem ki bu az okunan bir blog, ben de ona az okunan blog muamelesi yapayım (sebastian, kırbacımı getir)

Monday, December 18, 2006

bu madem ki bir blog, ben de ona blog muamelesi yapayım...
geçende bir arkadaşım ile indie müzik programı yapmanın kolaylığı üzerine tartıştık,biralarımızı yudumlarken...ona dedim ki: "bak hafız, allmusic diye pek sevdiğim bir web sayfası mesela, 2006'nın en dikkate şayan 25 grubunu yayınladı, kendi yorumlarıdır, ama bunlar piyasanın pek dışında özgür tınlayan isim yapmamış ( ama pek yakında yapması muhtemel) gruplar. az değil, 25 grup...Ben bir site biliyorum bu arada ayıptır söylemesi (hizmette sınır yoktur diyen bir felsefenin yakın takipçisi olarak http://www.insound.com/mp3/mp3s.php adresini de buradan verelim iyi bir şey indiren olursa bana da haber etsin), bunların hepsinin en az 1-2 parçasını 2-3 dakikada ücretsiz (ve legal) olarak bilgisayarına indirmek mümkün. sonrasında bir playlist 'e bile gerek yok neredeyse, koy hepsini winamp'e,ayarla shuffle' a çal rastgele, 25 parça 3 er dakikadan olsa eder sana 75 dakika...Programın bir saatse doldu gitti işte bak arttı bile...hadi 2 saatse, sen de eşek değilsin ya (aslında muhtemelen eşeksindir bunu böyle yapıyorsan) 2 şer parça koy...malumat lazımsa, hepsinin myspace alanları da verilmiş gir oku copy paste yap olsun bitsin...
"ama dado, olmaz ki, bu kadar hazıra konarak bu işler, nerede okumak, nerede yazmak..."dedi bana birasından bir yudum alıp, haklıydı...
"ama şunu biliniz ki sayın efendim, bu işler artık böyle yapılıyor,benim gibi hıyarlar dışında günde 2-3 saatini müzik okuyarak (dinleyerek demedim salaklık etme) geçiren pek kalmadı..." dedim...o da dedi ki,
"demek ondan son zamanlarda radyolarda dinlediklerim bir bka benzemiyor dado... " dedi...
bu madem ki bir blog, ben de ona blog muamelesi yapayım...
bu blog'u bir blog gibi kullanmak kararı ve azmindeyim...birazdan kavaklıdere birinci banka savaşları için zırhımı giyip yola çıkacağım. aklımda dün geceden beri "bağımsız müzik" in ne olması gerektiği ile ilgili fikirler uçuşuyor. Ham düşünceler var, beklesem armut gibi olgunlaşırlar mı acaba...Bağımsız labellar 50 lerde başladı,eli anca gitar tutup da "babalar (1)" kadar iyi çalamayanların "ben de oynicam " demesi 60 ların garage grupları ile başladı, DIY punk ile başlamadı ama punk ile patladı, yoksa 60 larda garage ve folk çular, 70 lerin başında da avant-garde cılar DIY işine girmişlerdi çoktan...indie denişen şey hepsinden de sonra, belki de 80 leri krutarmak için icad edilen içi boş bir kavram..indie denilen grupların bir kısmının şekilsiz retro grupları, diğerlerinin de fazla zorlama olduğu aşikar...smiths bile o kadar iyi bir soliste ve gitarist/şarkı yazarına aship olmasaydı retro bataklığında boğulurdu. 80 lerin (kanımca ) hakiki indie gruplarının kaderi ise ( yaptıkları onca iyi işe ve cesur duruşlarına rağmen ) yeni bir tükenme dönemine ya da nostalji dalgasına kadar unutulmak oldu. örnek mi, al sana orange juice, a house, inca babies, josef k...daha sayıyım mı? yok yok gerekmez...
bu blog'u bir blog gibi kullanmak kararı ve azmindeyim...
madem ki bu bir blog, ben de blog gibi mi kullansam acaba???
yorgun ve keyifsiz geçen bir haftasonu, daha çok Cem'in işlerine koşturdum.yoruldum, hafta başlasa da dinlensem diyorum. yarın (aslında saat hesabıyla bugün ) gidip bankayla kavga edeceğim, eskiden insanlar bankaları soyardı son zamanda bu bile tersine gidiyor...kafayı bozdukları bir 24 ytl 'm var, 3. çekişleri, umarım son olur.

bu müzik işini başaracağım herhalde 80 yaşına gelmeden. köşebaşlarını lüzumsuz ve bilgisiz insanlar tutmuş, onların pazarında tezgah açmam zor da değil imkansız. murat ile kendi işimizi yapacağız sanırım, özellikle tüm çalanları kendi seçtiğim-günahını sevabını -bahanesiz gerekçesiz alnı açık üstlendiğim bir radyo, ne de süper olurdu...tüm bir gün mesela o frekanstan şu meşhur waw sinyalini verebilmek ya da belki bir saat white noise verebilmek (daha fazla olmaz insanlara da yazık), radyoyu bir iletişim aracı olmanın kısıtlı havasından kurtarıp bir performans sanatının orta yerine yerleştirmek.sivri şeyler bunlar, kimsenin gtü yemez yapmaya, benim yer ama ratingle ve reklamla beslenen top 40 ye inananların dünyasında,bağımsızlığı hissetmeden sıkı bir web taraması ile alternatif seslere ulaştım sananların (ordan gidilmiyor halbuki) diktasında bizim ve değişik fikirlerimizin bir süre daha otobüslerde metrolarda sessiz sedasız kafamızın içinde dönüp durmalarının mecburiyeti var.bakalım zaman (ki kendileri bu aralar bir hızlanıp bir yavaşlıyorlar) ne gösterecek...
madem ki bu bir blog, ben de blog gibi mi kullansam acaba???

Friday, December 15, 2006

boş adamlara mesai harcamama kararımı
bilmem kaçıncı kez yürürlüğe sokuyorum

-d-
serin bir avluda
avcunda yem
ürkek kuşlara savrulan

küçücük bir aşk
yüzü kuşlarda saklanan

-d-
Hayat ne tuhaf, vapurlar falan...

Thursday, December 14, 2006

UÇUN KUŞLAR UÇUN
Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır
Ormanlar koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır.
-Rıza Tevfik-

Wednesday, December 13, 2006

Green grass surrounded this Simca Aronde, which was a million-seller in it´s days.Now the company (renamed Talbot after Peugeot takeover in 1979) is long gone and so did most of its products. (türkçesi: günü geçen böyle oluyor...)

Tuesday, December 12, 2006

hacıdayı, senin araban da bundan mıydı?

Sunday, December 10, 2006

TAYLAN ÖZGÜR CİNAYETİ

...haberini duyduğumuzda babamla yanyanaydık...o odtü de öğretim üyesi, ben ilkokul 1 öğrencisi...eski phillips bir radyoda akşam ajansında okundu adı...

Sonra babam şöyle yazdı :

Saat 19 haberlerinde Taylan Özgür'ü vurdular
Bütün yanaklarım sapsarı
Güneş, aklına tut bunları
Matematik, hesapla bunları

E.Günçe

Saturday, December 09, 2006

the blood oranges...albüm kapağı tanrısı sizi seviyor belli ki...vay şerefsisler...hacıdayı, bak, iki öküz...

Friday, December 08, 2006

hacıdayı, bu albümü keşke biz yapsaydık...

Thursday, December 07, 2006


hacıdayı, bak sadece gitaristin resmini koymuşlar kapağa...

Kuzey Afrika'da isimsiz bir prensliğin kederli mirasçısıyım...

(hacıdayı, bak bu o,tanıyorsun sen onu...evinin 2 sokak ötesinde bile sürgünde gibi)

Wednesday, December 06, 2006



güzel olan her şeye alkış tutmak tarzımız olmalı...yoksa biteriz...


hafta ortası, izinli olma durumu ve ankara'da gidilecek bir yer bulunamaması...

gençlik parkı ya da hayvanat bahçesi dışında...

bu şehir iyi değil diyorum, inanmıyorsun...hacıdayı, sana söylüyorum..ooo sen çoktan uyumuşsun bile...

Tuesday, December 05, 2006

denizler
ötesinde
bir
krallık

suya batmış
bir saray
midye
kabuklarından

Monday, December 04, 2006

çok uzun bir savaştı
uzakta kaldı şimdi
isimsiz ovalarda
sessiz yanan ateşler

Sunday, December 03, 2006

sunday morning
take me far
from the memories
of a war

from the stones of an
ancient wall

from the dust I
keep on the floor

from the feelings
always soar

Friday, December 01, 2006

yaşasın haftasonu tatili . . .

Thursday, November 30, 2006


ayhan vardı sabaha kadar düşümde...düşler yaşananlara benzemiyor...on sene kadar önce ayhan'a yazmıştım bunu...vakitsiz gitti uzaklara...

27.
her ikindi yeni bir yağmurla başlıyor
kapıları kapalı evler, saçaklarından sular damlayan.
gölgeli bir yüz pencereden bakan, bu sensin biliyorum.
yağmur adam, arada bir çalsana kapımı...

Wednesday, November 29, 2006


kuşlar geçiyor uykularımdan
uzuyor sabah ülkesinin yolları

-d-
bu ara çok dinlenen gruplar:

-icicle works (bu gitar bizi aşar)
-lone justice (kız çok bağırıyon, daha sakin söylesene bacım)
-sepultura (bazen parçaya başlamayı unutuyorlar)
-red lorry yellow lorry (sanki çocuklar kurmuş anaokulunda)
-modern english (dilbilgisi çıkıyor ne zaman download için arasam)
-liliput -kleenex (billur bir avize sanki isviçre'de zaman)
-throbbing gristle (çocuklara dinletmeyiniz)
-green on red (dylan klonu)
-yat kha ( o ne biçim ses öyle be!)
-american music club (askerlik arkadaşım mark eitzel, bir tarafın buralı biliyorum..)
-peter laughner (tek tabanca tek mermi)
-bill nelson (bu adamı niye kimse tanımıyor???)
-radio birdman (deniz'in grubu)
-josef k (isim sanki tanıdık)

Tuesday, November 28, 2006

47.

Yeniden yazmaya başladığımda
Sözler havada uçuyor artık
Denize varışımın ilk sabahında
Çıplak ayaklarımla iskeledeyim

Ayağıma batıyor küçücük taşlar
dikenler, kiremit parçaları, çakıl taşları
Deniz birazdan maviye döker rengini

Uzaktan duyulan bilinmez sesler
Isındıkça havada bir tuz kokusu
İnsanlar, gemiler, limanlar, düşler

Dilimi gezdiriyorum avuclarimda
Saçlarım birkaç günden beri dağınık
Alışınca denizden gelen seslere
Uyanıp bir dakika göğe bakmalı

Neler yazmak isterdim kurşun kalemimle
Suya bıraktığım şişeler için
İçlerinde dörde katlı kağıtlar
Bir de limon kabuğu tad versin diye.

29. mart 2000 (uzun uyku)

Monday, November 27, 2006

38. Cennetin Doğusu

Kovuklarından çıktılar birer birer
Zehirli bir elmaya saklandı cennet
Yedinci gününde dünyanın
Ortalık henüz soğumamıştı.

İşte oradalar ve ellerinde
Cennetin resmi çizili bir parşömen
Yağmur yağmış ve akşamüstü
Buhar yükselirken topraktan

El sallıyor birisi uzaklardan
Geçen isimsiz ve ışıksız gemilere
Cennetin doğusu bugün mevsiminin
Gittikce soğuyan günlerini yaşıyor

Bindiğim taksi beni cennetin
Doğusunda indiriyor ve gecenin bir yarısı
Aklıma sanki not defterime
Yazıp da kaybettiğim
Bir cennet ilahisi takılıyor.
36.Gece

Gece bütün bildiklerini bir kavanozda saklıyor
Bahçenin önünde uçusan ateş böcekleri
Uzun beyaz bir yol gecenin icinden geçen
Sayıları gittikçe azalan telefon direkleri

Birer korkuluk gibi duruyorlar gecenin bahçesinde
Irmak bir yerlere taşıyıp götürüyor

Sulara savurduğum cakıl taşlarının
Gecenin bahçesinde uzaktan sesi duyuluyor

Gelip geçen fenerlerin izi vurdukca yola
Bir sürü kurbağanın parıldayan gözleri.
28.
(inanç ......)
***
Açıldıkça son parıltısı gecenin
Uzakta bir güneş ve şeytan sofrası

İsimsiz kalıyor bu günden sonra
Yalnız görülen bir düşün tam ortası

Çiceklerin kavrulduğu bahçede
Sessizce gizlenen aklın arkası

Tam evden çıkarken telefonda sesin
Uyuyan bir bebeğin uzaktan el sallaması

Bir, iki, üç adım ve sonrası
Karanlık bir odanın ayrıntılı haritası

Saturday, November 25, 2006

dün zor bir gündü...yazamadım...Cem'i satranç turnuvasına götürdüm...yenildi, yarışma kaçırdı, elendi , çok üzüldü (son yarışmayı organizasyon saçmalığı nedeniyle kaçırıp yarışamadan elendiğine özellikle...), beni de çok üzdü...Bu ülkenin saçmasapanlıklarıyla, çocuklarına kıymet vermemesiyle, öküz fenotipli eşek genotipli öğretmenleriyle ve idarecileriyle tanıştı...İki lafı üç çocuğu biraraya getiremeyen "düşük zeka sığ kültür" ün turnuva düzenlemesi beni çok yordu. Zaten son 43 yılımda beni hep bu yordu...Cem büyük ihtimalle karşılaştığı "şey" in adının "düşük zeka sığ kültür" olduğunu bilmiyordu, belki benim yaşıma geldiğinde kendisi buna daha başka bir ad verir, ama her ne idiyse o, çocuk da sevmedi, anladım.

Sevgili Cem, akarsuları dağları filan son derece güzel olan bu ülkede insan unsuru bazen haddinden fazla çirkin olabiliyor. Bu satırları okur musun bilemem, ama sen daha az karşılaşırsın bunlarla umarım.

dadal.
VI
Sigaraların paketinden
Yerlere saçılıyor
Toplamıyorsun

Umursamaz gibi yapıp
Adını unutmuşsun
Bütün arkadaşlarının

Buğulanan cama birisi
Senin adını yazıp kaçtı az önce
Hem de hiç
Tanımadığım birisi

Galiba zor durumdasın
V

Onu gördük, ince uzun
Yağmurluğu vardı

Bıyıklı ve yorgun
Gazetesini katlıyordu salonda

Sigara dumanı ile sis
Sarı bir lambanın altında

(teknoloji insanlığın hizmetinde'den)
IV
Kentleri neden
Tepsilerin içine kuruyorlar

Kaçıp giderken akşam
Yağmur da birdenbire başladı

Sarı lambalı bir istasyon evinde
iki saat rötarlı altıotuz treni

Gelmiyor bir türlü
Sesi duyulsa da komşu kasabalardan

Thursday, November 23, 2006

Tulips (Sylvia Plath)
The tulips are too excitable, it is winter here.
Look how white everything is, how quiet, how snowed
-inI am learning peacefulness, lying by myself quietly
As the light lies on these white walls, this bed, these hands.
I am nobody; I have nothing to do with explosions.
I have given my name and my day-clothes up to the nurses
And my history to the anaesthetist and my body to surgeons.
They have propped my head between the pillow and the sheet-cuff
Like an eye between two white lids that will not shut.
Stupid pupil, it has to take everything in.
The nurses pass and pass, they are no trouble,
They pass the way gulls pass inland in their white caps,
Doing things with their hands, one just the same as another,
So it is impossible to tell how many there are.
  1. This world is not my home I'm just passing through
    my treasures are laid up somewhere beyond the blue
    the angels beckon me from Heaven's open door
    and I can't feel at home in this world anymore
  2. O Lord you know I have no friend like you
    if Heaven's not my home then Lord what will I do?
    the angels beckon me from Heaven's open door
    and I can't feel at home in this world anymore

Woody Guthrie 'nin bu parçası blog'umun da eski adı idi...arada sırada bu adı kullanmayı düşünüyorum..."Geçiyorduk , uğradık"...diyor.

dadal.

Tuesday, November 21, 2006

in ravalpindi
millions are sleeping
under the nameless
stars

d.
ingilizce dil dersi:

simple course 1:
1.yes
2.patates
Q: can man fall in love with an unknown image?
A: mostly it happens that way...
III
Irmak her yaz taşıyor
Kayboluyor zamanla
Kenarında oynayan
çocukların birkaçı
II

Bir kamyonun üstündesin şimdi
Adını bilmediğin şehirlere
İşçi taşıyan

Beyaz bir gömlek giymişsin
Yakası ayrık

Her an kana bulanmaya
Hazır bekliyor.
c.Yalancı Tanıkların Söyledikleri

I

Her türlü susuzluğu anımsatan
Bir bağımlının yüzü var sende

Kuruyor hava ve ağaçlarıyla
Sarı bir bahçenin duvarı
Gelmekte olan
Kavruk yazı bildiriyor
Q: can man fall in love with an unknown image?
A: mostly it happens that way...

d.
VI

Son patlamanın ardından
Nefesimi tutuyorum

Üç şeyin önemi kalıyor en sonunda
Yağmur, ışık ve gözyaşı
V

Gece ve birtakım sesler
Sıkıca kapadım camları

Bir kent yanıyor dışarıda
Uğulduyor
Ses geçiren tüm yalıtım sistemleriyle

dadal
( "teknoloji insanlığın hizmetinde"den )
IV

Yeniden kontrol edilen
Saatlerin hepsinde

Bir yanlışlık var
Kimse bilmiyor

Kurcalandıkça bozulan
Yaylar, akrep, yelkovan

Monday, November 20, 2006

bazı günler bir türlü meyve vermeyi beceremeyen bir ağaç gibi...bugün mesela...

dadal.

Sunday, November 19, 2006

III

Elimdeki sayaç ile ayırıyorum
Ölüleri dirilerden
Burada her çeşidinden
Binlercesi var

Sesleri daha uzağa
Götürecek bir sistem
Kablo, yansıtıcı

“Kurulunca ararsın”
dedi, sigara yaktı
II
Uzun bir yolculuk, çeşitli serüvenler
Eski bir alıcıyla kaydettik
Son sinyallerini
Uzayda kaybolan Sputnik’ in

Çarpışma birkaç dakika önce oldu
Sıcak metaller
Soğuk dumanlar

Ormanı siyaha boyamışlar
Karanlıkta fenerler dolaşıyor

Saturday, November 18, 2006

b.boş laf kısmı
I
Karartma gecelerinde
Sadece krepon kaplı pencereler

Çivit mavisi ve soluk
Kuyu var bahçede
Bostan ve ağaçlar

İlk bombalar birkaç dakika içinde
Kentin en dış bölgelerine...

“Seninle buluşalım” deyip
Kapatmıştı telefonu

Bir sokak var
oradan dönüyorsun
Evler bitiyor
V
neon, neon, neon
hattı birazdan kesecekler
ateş serbest sirenleri

karşılık vermek istiyorum
plastik tüfeğimle
VI
“öcü geliyor” dediler,
oysa gelen
dumanı tüten bir lokomotif

uyurken sayıklıyor
korktuğu öcülerin günlerini

uyurken adımı bilmiyor

Friday, November 17, 2006

IV

zehirli mor bir çiçekten
öldürücü oklar yaptılar
asit yağmuru
yağdıkça toprağı ısıtan

izimi sürüyorlar
bütün bu kurt köpekleri
ve ulumalar

uykumdan beni
sadece ölüm
uyandırabilir

yok bu kentin
havuzlu bir meydanı
olmayacak da

iğneler batar ve kanatır

sonra

elektrik

Thursday, November 16, 2006

III
uzun süredir izleniyorum
korkudan bir kement boynumda

davullar, gece uykumuzda
sayıklıyoruz

yükselen ateşimiz bir sarı humma
tekrar başlıyor davullar

ateş ediyorum görünmez adamlara

ustura dansı başlayacak az sonra
doğuştan zehirli damarlarımda
Sakın kaçırma

dadal (teknoloji insanlığın hizmetinde)
II.
aslında o sudan hiç
içmemeliydim

adların küçük harfle yazıldığı
ölüler kentinde

çıplak binilen
soğuk otobüs camlarına
yüzüm bir bilmece gibi yansıyor

kayboluyorum son durakta
iner inmez

dadal (teknoloji insanlığın hizmetinde)

Wednesday, November 15, 2006

a.hikaye kısmı
I
önce bir dünya vardı,
sadece biz biliyorduk
onun nasıl olduğunu

aşklar vardı vapurlarda yitirdiğimiz
defter sayfalarında

çoktan sobalarda kavrulmuş
hurda kağıt fiyatına

ben kenti dolaşıyordum,
mor pembe isimlerini bilmediğim
çiçekleriyle.....

Tuesday, November 14, 2006

Sabah Turgut Uyar'la uyanmak...
Turgut Uyar tüm zamana şiirini yayabilen bir şair, onu uyurken, uyanırken, yolda yürürken, otobüste işe giderken, iki sevişme arası, ölürken, parkta çocukları izlerken, bir dostun cenazesinde...içten ve dıştan, kitaptan ya da bellekten...okumak mümkün, okunduğu hiçbir yere aykırı durmayacak kadar hayatla içiçe geçmiş bir şiiri var onun. Helal olsun.

dadal.



vakitsiz uykulardan uyandır beni
kara üstüne kara gök üstüne gök
şimdi herkesin dolaştığı bu yerde
bir taşra öğlesini yoğunca yaşıyorum
uzayıp gidiyor yorgun bir kamyon
elbette vakitsiz yıl sonu yaklaşıyor

sakın sana ne deme sakın deme
göğün toprağın denizin olduğu her yerde
saatin adı eşit her yerde
koyverme beni vakitsizdir mutlaka
uyandır çürüyenlerimi bir bir tazele
en sert sesini edin en zorlu tavrını al
kayayı çıkartmıştık tepeye kadar
ufacık ufacık bir şey
itecek kadar.

turgut uyar

Monday, November 13, 2006

adam anlatmış yahu....

She loves you, yeah, yeah, yeahShe loves you, yeah, yeah, yeahShe loves you, yeah, yeah, yeah, yeahYou think you lost your love,When I saw her yesterday.It's you she's thinking ofAnd she told me what to say.She says she loves youAnd you know that can't be bad.Yes, she loves youAnd you know you should be glad.She said you hurt her soShe almost lost her mind.But now she said she knowsYou're not the hurting kind.She says she loves youAnd you know that can't be bad.Yes, she loves youAnd you know you should be glad. Ooh!She loves you, yeah, yeah, yeahShe loves you, yeah, yeah, yeahAnd with a love like thatYou know you should be glad.Although it's up to you,I think it's only fair,Pride can hurt you, too,Apologize to herBecause she loves youAnd you know that can't be bad.Yes, she loves youAnd you know you should be glad. Ooh!She loves you, yeah, yeah, yeahShe loves you, yeah, yeah, yeahAnd with a love like thatYou know you should be glad.With a love like thatYou know you should be glad.With a love like that, You know you sho-o-ouldBe Glad!Yeah, yeah, yeah. Yeah, yeah, yeah Ye-ah.
sakin bir cumartesi
beni öpecek misin?
parkta, sinemada
herkesin ortasında

sonra uzayan sokaklarda
unutmamak icin adları
bir buluta yazılan
beni öpecek misin?

dadal (beni öpün filan demek istemiyorum yanlış anlaşılmasın)
karisik ve karanlik bir dunyada
kucuk ipuclari ile
yolumuzu bulmaya calisiyoruz.
Eski usturlablar, soylenceler ve cakiltaslari,
bir de seytanminareleri...
kum haritalari...
gozumuz gece parlayan iskenderiye fenerinde.
Kulagimizeski denizlerin seslerinde.
ellerimiz kupestede...
butun eski denizciler gibi...
tedirginiz...

dadal (2002)

Sunday, November 12, 2006

Pazar sabahını bundan daha iyi anlatanşarkı daha yazılmadı...Yazılması da zor bence...Velvet Underground a kulak verelim. Kendi radyomu açtığımda her pazar sabahı saatbaşı bu parçayı çalacağım.

dadal.

Sunday morning
Brings the dawn in
It's just a restless
feeling by my side
Early dawning
Sunday morning
It's just the wasted years
so close behind
Watch out the world's behind you
There's always someone around you
who will callIt's nothing at all
Sunday morning
And I'm falling
I've got a feeling
I don't want to know
Early dawning
Sunday morning
It's all the streets you crossed,
not so long ago
Watch out the world's behind you
There's always someone around
you who will call
It's nothing at all

Saturday, November 11, 2006

For the psuedo heroine I once knew:

the wisdom of the clocks and their joyfull tic tocs
the glitter in your eyes is gone
when you keep on smiling I see the teeth but not the soul

imitation diamonds swept under the heavy rain
nothing left here I see, but your stupidity remains.

dadal.

Thursday, November 09, 2006

III.
ben bir yaşındaydım
seni vurduklarında
uzaklarda bir yerde

Tüm bu gelgitler boyunca
Hiç büyümeden oturdum
televizyonun önünde

Suya düşmüş bir kapsül gördüm
soğuk bir akşamüstü
ya da düşümde

dadal (teknoloji insanlığın hizmetinde)
bir zaman sonra zaman da
zaman tanımaz olur kendine
o zaman tam o zaman
acımaz ellerime batan çizgiler

gözlerimle mil çekip geçmişe
işte zaman o zaman
bir zaman daha sonra zaman
başlar kendi içinde dönmeye
az evvel buhar olan damlalar
zamansız yağan ikindi yağmurundan

dadal
26.o7.2002 (yaz zamanıydı ve sıcaktı)
bazı günler düğmeleri eksik
cepleri kenarından sökülmüş cekedimle
geçerken yorulduğum sokaklarda
oturup aklıma daha önce hiç
gelmeyen şeyleri düşünüyorum
uzuyor, uzuyor, uzuyor
eski duvarları sarı boyalı evlerin

belki de bir süredir traşsız yüzüm
iki üç haftadır sessizim
belki de bir süredir
kendimden ayrı yaşıyorum
koyungözü sokağında, hamamönünde

09.05.2000

dadal ( o vakitler daha yaşlıydım)
Düşte Görülen Aslan

Ben demin düşümde
beyaz bir aslan gördüm
Onun boynuna sarıldım
Onu sevdim,
Onu öptüm.

E.Cem Günçe
(2000 yılının bahar ayları olmalı,
minicikti o zaman, 2.5 yasindaydı)

Wednesday, November 08, 2006

GÜNLERDEN EYLÜL, AYLARDAN ERGİN GÜNÇE

Günlük şarabımız bir maşrapa içinde
Külde pişmiş patatesler ve eşsiz pilavzerde
Din kitaplarımız, putlarımız, telvelerimiz
Yeleği de köstekli bir amca kahvesinde

Suratı çilli günler, gölgesi uzun günler
İşte bir bağ bozumu, işte bir çıngıl üzüm
Gökyüzüne yaslanıp saatimi kuruyorum
Kimsecikler duymasın bir Tanrı bulduğumu

İstersem bu Duayı bir Çınara söylerim
Ben kendi başımdaki en önemli şapkayım
Islıkla her türlü marşı çalan bir Arap
Bazan bizim orada bir yokuştan iniyor

İşte durumlar böyle ey Kandil Simitleri
Bir değirmen bu günler kalbimi öğütürüm
Serentiler kurarım ömrümü kuruturum
Haritamda denizlerin yerleri değişiktir

Günlük peynirimizi bize veriyor
Kızarmış bayat ekmek, suda kaynamış pirinç
sen ne dersen de yeleği köstekli Kahve
Durup dururken Tanrımı seviyorum

Günlerden Eylül, aylardan Uzun Eşek
Bir Tabanca çıkarıp kendimi vuruyorum

Ergin Günçe
1981

neden "telefon edilemeyen" bir yere gittin ki...sürgüne gittiğin Amasya bile bu kadar uzak değildi...

dadal
Hayatı çözdüm sananlar, aşkı bildim diyenler (en çok da bu iki gruba sinir oluyorum, en bilinemeyecek şeylere atladıkları için)...laaa bi s**tirin gidin laaa...bana sayısaldan bu hafta çıkacak altı sayıyı da söylesenize laaa...aaa nooldu neden sustunuz evladım...geleceği bilemediğiniz için mi...lan geri zekalı geleceği bilmedikten sonra neyi biliyorsun lan...aşkın ne olduğunu yazarlar şairler bilemiyor da sen mi biliyorsun lan...hayatın nesini bağlamıştın da neresinden çözdün lan...önce bir ev geçindir doğalgaz açtır su bağlattır kapıcıya ekmek parası ver her sabah haftada üç gün alışveriş, hah yap bakııym bunları, aferin bak ne güzel... aşk gelir yetişir arkadan mecali kalırsa merak etme....

Başkalarına dayanıp yaşayan insanlar...neznimde zavallıdır...ettiği kelam da zavvalının kelamıdır...kızmak değil acımak lazım, bak yine ben hatalıyım...

öfkeli bir dadal oldum . yakında nükleer bir patlamaya sebep bile olabilirim.

Tuesday, November 07, 2006

Anladım ki en dayanamadığım şey insanların aptal olması...bunu salt bir zeka sorunu olarak görmüyorum.Mesela şakadan anlamamak, her şeyi biliyorum sanmak da çok belirgin birer aptallık göstergesi. Hayatın, üstelik sonunda biyolojik yenilginin kaçınılmaz olduğu hayatın önceden görülen miktarının yarısından azını yaşadığı halde hayat hakkında herşeyi bildiğini sananlar var. Bunlar aptaldır mesela. Başı ağrımadan 3-5 kıçıkırık ilişki yaşayıp aşkı öğrendim sananlar var, bunlar da aptaldır. Orduların yüzyıl çarpışıp ele geçiremediği şehirleri bir seyahatte fethettim sananlar var. Bunlar aptaldır. Ben akıllı mıyım peki? Hayır, aptallar için vakit harcadığıma göre, ben de onlar kadar aptal olmalıyım. Şimdi birisi çıkıp bu yazıyı okur, bana ulaşır "beni mi kasdettin" der ise eğer...bilin ki o da aptaldır. O nedenle yapmam gereken şey "evet, o yazıyı senin için yazdım..."demektir.

Çok fazla aptallığın arasında akıl ortaçağdan sonra bir kez daha az görünen güneşler gibi parlıyor.

dadal.

Friday, November 03, 2006

trenin penceresinde görünen geceyarısı kentleri
isimsiz kentler, bahçelere gömen ölülerini

dadal.

("teknoloji insanlığın hizmetinde"den alıntı)
bir şarkıyla başlayacak devrim
denize açılacak bütün sokaklar
bir gümüş balık, uzak ağlarda
uykularında, serin ırmaklarda yüzen çocuklar

dadal.

(sokakların denize açılması hadisesini başkası önceden yazdı, yine de arak değil onu da söyliyeyim...Sokağın Deniz çıkmasının ne olduğunu iyi bilirim Amasra günlerimden)
bir mektup gelir uzaktan
açıp bakamam meraktan
yürürüm yabancı yüzlerden
isimsiz sokaklardan

dadal

(federal almanya'da yalnız geçen yıllar için...)

Tuesday, October 31, 2006

Giresun'da doğan babama

Gece geçtim doğduğun şehirlerden
adını bilmeyen yüzlerden,

seni hiç tanımamış
duvarları yosun sarmış evlerden

bu şehirde doğdum işte derdin
şimdi benimle olsaydın

nedense cok uzakta
başka bir şehrin adı yazılı

seni her bakışta güldüren
solgun kimlik kağıdına

19 mart 2004

dadal

Monday, October 30, 2006

ay ışığı süzülürken kurumuş dalların arasından
içimdeki bosluğa doğru uzanan
sessiz bir gölgedir zaman.

d.

2003 senesinde yolda
(o sene zaten yollarda geçti)
44.Yıldızlar Nerede Saklanır

Ay düşüyor suya bir gölge gibi
ipe diziyorum biberleri, günleri,yağmurlu ikindileri
Sonra kar başlıyor gri bir kentin sokaklarında

eski kumaşlara değiyor ellerim
büyük bir düşün yağmuru çarparken camlara
önümü ilikliyorum bütün yalnızlıkların karşısında

bakıyorum daha çok var güneşin doğmasına
Bir ışık, giderek artan odaların içinde
bir ışık, gölgesini yüzünden alan

Yollar uzayıp giderken kentin karanlığına
Yıldızlar gece bir fenere saklanir.

dadal
23.02.2000

Saturday, October 28, 2006

35.SOLuk YÜZler albümü.

ve işte yeni bir yağmurun sonunda
yine aynı yüzler kalbimin aynasında

yeni bir söz söylemeyen soluk yüzler
avcumla ıslanan camları silince görünen

öndeki kuru bahçede sessiz yürüyen
başlarını önlerine eğmiş yorgun yüzler

babasının ceketini giyerek okula gelen
çoktan sararmış çocukların yüzleri

elleri ceplerinde yürüyen ağaçlı yolda
soğuk terler döken yüzlerinden birisi

ve işte alındı yerin, bir çekmeceye saklandı
soluk yüzler albümündeki fotoğrafların senin.

sonra yavru bir kedinin yüzüyle ıslak burunlu
oturdum taş avluya açılan kapının önünde


Dadal

Thursday, October 26, 2006

tüm alışkanlıklar karşılıklıdır
yüzler saklanır uzun geçmişe

gece görmeyen gözlerimle ileri
bakarak uzatıp kısaltan zamanı

tüm alışkanlıklar karşısında ben
yüzler saklanır cevizden bir dolaba

26.10.2006

(ne demek bu be?)
daha ne kadar küçülebilir
cebimde gezdirdiğim resmin
her vapura binişimde çıkarıp
kimse görmeden usulca
okşadığınm suretin.

d.
26 ekim 2006

(bir ay sonra yaz gelecekmiş...öyle diyorlar)

Thursday, October 12, 2006

52.
Yaşam, günlerin yerlerini
birbirine karıştıran bir oyun

Arabanın silecekleri,
yeşil ışık, beklemek,
hareket etmek.

Hareket, camlarda su damlaları, izler,

Yağmurlu, puslu, alabildiğine
sonsuz bir
caz türküsü.

Monday, October 09, 2006

ellerinde çıngırak , sönmüş bir fener alayı
unutulmuş gecelerden akarak kuytulara
ismi hiç bilinmeyen yıldızların altında
utanılacak bir isyanı satıyor sokaklarda

d.

(yeni ayağa kalktım ve başım dönüyor)

Thursday, September 28, 2006

ellerinde çıngırak, sönmüş bir fener alayı
unutulmuş gecelerden akarak kuytulara
saklanıp dipsiz çalılardan öteye
utanılan bir isyanı satıyor sokaklarda

dadal.

27.09.2006
gece aklıma geldi , sabah tamamladım.
ne anlaşılıyorsa,tam da işte onu anlatıyor.

Tuesday, September 26, 2006

Kapılar açılır geçmişe
Lambalar yanar geceden
Kimi vursam akmaz kanı
Herkes gitmiş çok önceden

d.

işte bu yazıldı sonunda...hakbuki 3. dize bir şaka olarak başlamıştı...bazı şeyler şaka olarak başlayabiliyor.
arayıp da bulamadıklarıma...

Friday, September 22, 2006

kimi vursam akmaz kanı
herkes gitmiş çok önceden.

d.

geldiğimde hiç bir şey bulamamak fikri üzerine...geç kalmak değil, başlayanı kaçırmak...
ne zaman konuşmak istesem sesinle
havayı kapatan ince bir yağmur

d.

22.09.2006

metroda giderken aklıma geldi, yazıverdim. tüm insanlığa hayırlı olması dileğiyle...

Friday, September 15, 2006

Sonbahar Konulu Şiir Çalışması

Her göğün altında yağmursuz bir bulut
uykulu gözlerinde mavi beyaz kediler
uzak bahçelere kaçan çocuk sesleri
sokaklarda dolaşan isimsiz bir sonbahar

(14.09.2006 da yazıldı, tarafımdan.)

dadal.

Wednesday, September 13, 2006

Ayrılıklar

Ayrılıklar
Uzun sürer
Kışa hazırlık yapmalısın
Buğday şeker saklayarak
Kilere
1994 (Manchester)
Sonbahar başladı...Evde oturup gelip geçen arabaları saymak istiyorum.Yakında taşınırız, karşıdaki bahçenin yapraklarına bajkar dururum.Gereksiz bir koşturmaca, neden mi gereksiz, hep başa dönüyoruz da ondan...
-------------------------
çok eski bir fotoğraf
günlerde yitmiş
fırlayınca kitapların arasından
yüzüm tutuşup
yanmaya başlar
d.1994
-------------------------

Friday, September 01, 2006

Hava tam da Eylülün 1 inde soğudu...Bu kış hesaplı bir kış olacak anlaşılan.
dışarıda çok sevdiğim bir hava, böyle günlerde konyak, pipo ve kahve içip caz dinlemek isterim.

d.

Thursday, August 31, 2006

ismini unuttuğum yıldızların altında
dilimde eski bir yaz şarkısı
altın sarısı kumlar avuçlarımda

side'de, gece yıldızlı gökyüzünü seyrederken...
2005 yazı idi ama gününü hatırlamıyorum...

d.
yaz bitiyor...birileri başka birilerini ikaz etmeli bu hususta...

-----------------------------------------
bütün gece dalgalar okşuyor
isimiz bir kumsalı

sular çekildiğinde
unutulmuş bir kayık

uzak, parmak uçlarımızdan
yıldızlar kadar yakın

-----------------------------------------
herhalde 2005 yazında Side'de aklıma gelmiş olmalı...

d.

Tuesday, August 29, 2006

Sevgili Yücel için ...

işte şimdi kış başladı
gün ortasında kar

göğsümün perdeleri iniyor
kendi sessizliğine

üzerimi yavaşça örtün
suskun bir gökyüzü var kuzeyde

onu da ardınızda bırakın
artık geriye bakmayın


d.
Bugün acılı bir gün.Sevgili arkadaşımız Yücel'i toprağa verdik. Benim belleğimde sessiz sakin bir hayal olarak kalacak hep. En yakınında olanlardan birisi Turgut idi...Yıllar boyu bunu nasıl taşıyacağını düşündüm durdum.
Şiirlerini en kolay ödünç alabileceğim şair olan Ergin Günçe'den bir şiir koyuyorum buraya:

Bir Dostu Ölü Götürmek

Boş bulunup gülersen
Bir Ölünü görünce
Ocağa Tütsü atarsın
Pencerene sürme çek

Ölünün Babasıyla
Uzunca bir Rakı iç
Anmadan eski günleri
Bırak biraz Ay doğsun

Dört arkadaş bir olup
Tahta kutu içinde
Ölünüzü götürün
İncirlerin altına
Dönersen ıslık çalarsın
Yol uzun, Su karanlık
Otur bir çardak altına
Bırak biraz Yağmur yağsın

1979

Monday, August 28, 2006

Hep gidilmek istenen yerler var,bende de var ama bunu yazdığımı bile unutmuştum, bazı başka şeyleri ararken buldum.

--------------------------------------

orası yeşil bir ülkedir ve uzun ırmaklar

orada kuşlar yedi renk ve

şarkı söylerler yağmurda

orası başka bir ülkedir ve güzel yüzlü çocuklar

d.

---------------------------------------

bazen yazdıklarım yarım kalmış gibi, bu da o hissi veriyor. Ben başlattığıma göre ben bitirebilirim sanırım...Belki de hiç ellemem, böylece kalır...

dadal.

Şu gözlüklü şişman adam, biraz ileride duran, babam olabilir mi?
Bu soru takıldı aklıma soğuk ikindi güneşinde Kuğuluparkta

Olamaz çünkü daha gençti bir Cumartesi günü giderken
Azgın'i sevdi, “sus” dedi havlamasın diye ve bana sarıldı

Taşıtmadi bavulunu ve yanlış hatırlamıyorsam yeşil
Eski bir arabaydı, annem izledi yokuşun başına dek

Şimdi gelse ve yine akşamüstleri Azgın'ı alıp o kafeteryada
ucuza içilen koyu çaylar ve limonlu kekler eşliğinde
Ne kadar da çok sey birikti anlatacak.

dadal (Sun, 31 Oct 1999 16:38:38 )

evet, bir cumartesi kafamda bu şiir şekillenmişti, Kuğuluparkta babama benzeyen birini gördükten sonra. Pazar günü de oturup yazmışım, saatine kadar kayıtlı...(Teknoloji belirsizlikleri azaltıyor, bazı güzellikler de gidiyor mu sanki?)

Friday, August 25, 2006

Batı kapısından girdiğim kentte
tüm çocuklar uykularını yitirmişlerdi.
Deli bir kadın bağırıyordu ve
onun dışında herkes dilsizdi.
Düş görmemek icin uyanık kalmak uğruna
evlerini ateşe veren insanlar gördüm.
Toz bulutu içinde gri kentler gördüm.
Bir limanda bekleyen geminin
lombozundan sarkan kollar gördüm.

Uzaktan rüzgar sandığım sesler birer çığlık oldu yakına gelince.

Dışarıda çöl bekliyor.
Mojave çölü
Güneş ve yağmur.
bir leopar kumların arasında.
d.

8 Mayıs 1999 ( bunu yazalı çok olmuş...zaman nasıl da geçiyor...en azından benim için...)

Thursday, August 24, 2006

I found a driver and thats a start... Böyle diyordu eski bir ingiliz halk şarkısında...ben de bir yerinden başlasam mı...sürdürme özelliği olmayan bir insanım, bu işi devam ettirip uzaya artık maymun gönderilmeyceği günlere kadar sabredebilirim umarım. başka çaresi de yok zaten.