Thursday, November 30, 2006


ayhan vardı sabaha kadar düşümde...düşler yaşananlara benzemiyor...on sene kadar önce ayhan'a yazmıştım bunu...vakitsiz gitti uzaklara...

27.
her ikindi yeni bir yağmurla başlıyor
kapıları kapalı evler, saçaklarından sular damlayan.
gölgeli bir yüz pencereden bakan, bu sensin biliyorum.
yağmur adam, arada bir çalsana kapımı...

Wednesday, November 29, 2006


kuşlar geçiyor uykularımdan
uzuyor sabah ülkesinin yolları

-d-
bu ara çok dinlenen gruplar:

-icicle works (bu gitar bizi aşar)
-lone justice (kız çok bağırıyon, daha sakin söylesene bacım)
-sepultura (bazen parçaya başlamayı unutuyorlar)
-red lorry yellow lorry (sanki çocuklar kurmuş anaokulunda)
-modern english (dilbilgisi çıkıyor ne zaman download için arasam)
-liliput -kleenex (billur bir avize sanki isviçre'de zaman)
-throbbing gristle (çocuklara dinletmeyiniz)
-green on red (dylan klonu)
-yat kha ( o ne biçim ses öyle be!)
-american music club (askerlik arkadaşım mark eitzel, bir tarafın buralı biliyorum..)
-peter laughner (tek tabanca tek mermi)
-bill nelson (bu adamı niye kimse tanımıyor???)
-radio birdman (deniz'in grubu)
-josef k (isim sanki tanıdık)

Tuesday, November 28, 2006

47.

Yeniden yazmaya başladığımda
Sözler havada uçuyor artık
Denize varışımın ilk sabahında
Çıplak ayaklarımla iskeledeyim

Ayağıma batıyor küçücük taşlar
dikenler, kiremit parçaları, çakıl taşları
Deniz birazdan maviye döker rengini

Uzaktan duyulan bilinmez sesler
Isındıkça havada bir tuz kokusu
İnsanlar, gemiler, limanlar, düşler

Dilimi gezdiriyorum avuclarimda
Saçlarım birkaç günden beri dağınık
Alışınca denizden gelen seslere
Uyanıp bir dakika göğe bakmalı

Neler yazmak isterdim kurşun kalemimle
Suya bıraktığım şişeler için
İçlerinde dörde katlı kağıtlar
Bir de limon kabuğu tad versin diye.

29. mart 2000 (uzun uyku)

Monday, November 27, 2006

38. Cennetin Doğusu

Kovuklarından çıktılar birer birer
Zehirli bir elmaya saklandı cennet
Yedinci gününde dünyanın
Ortalık henüz soğumamıştı.

İşte oradalar ve ellerinde
Cennetin resmi çizili bir parşömen
Yağmur yağmış ve akşamüstü
Buhar yükselirken topraktan

El sallıyor birisi uzaklardan
Geçen isimsiz ve ışıksız gemilere
Cennetin doğusu bugün mevsiminin
Gittikce soğuyan günlerini yaşıyor

Bindiğim taksi beni cennetin
Doğusunda indiriyor ve gecenin bir yarısı
Aklıma sanki not defterime
Yazıp da kaybettiğim
Bir cennet ilahisi takılıyor.
36.Gece

Gece bütün bildiklerini bir kavanozda saklıyor
Bahçenin önünde uçusan ateş böcekleri
Uzun beyaz bir yol gecenin icinden geçen
Sayıları gittikçe azalan telefon direkleri

Birer korkuluk gibi duruyorlar gecenin bahçesinde
Irmak bir yerlere taşıyıp götürüyor

Sulara savurduğum cakıl taşlarının
Gecenin bahçesinde uzaktan sesi duyuluyor

Gelip geçen fenerlerin izi vurdukca yola
Bir sürü kurbağanın parıldayan gözleri.
28.
(inanç ......)
***
Açıldıkça son parıltısı gecenin
Uzakta bir güneş ve şeytan sofrası

İsimsiz kalıyor bu günden sonra
Yalnız görülen bir düşün tam ortası

Çiceklerin kavrulduğu bahçede
Sessizce gizlenen aklın arkası

Tam evden çıkarken telefonda sesin
Uyuyan bir bebeğin uzaktan el sallaması

Bir, iki, üç adım ve sonrası
Karanlık bir odanın ayrıntılı haritası

Saturday, November 25, 2006

dün zor bir gündü...yazamadım...Cem'i satranç turnuvasına götürdüm...yenildi, yarışma kaçırdı, elendi , çok üzüldü (son yarışmayı organizasyon saçmalığı nedeniyle kaçırıp yarışamadan elendiğine özellikle...), beni de çok üzdü...Bu ülkenin saçmasapanlıklarıyla, çocuklarına kıymet vermemesiyle, öküz fenotipli eşek genotipli öğretmenleriyle ve idarecileriyle tanıştı...İki lafı üç çocuğu biraraya getiremeyen "düşük zeka sığ kültür" ün turnuva düzenlemesi beni çok yordu. Zaten son 43 yılımda beni hep bu yordu...Cem büyük ihtimalle karşılaştığı "şey" in adının "düşük zeka sığ kültür" olduğunu bilmiyordu, belki benim yaşıma geldiğinde kendisi buna daha başka bir ad verir, ama her ne idiyse o, çocuk da sevmedi, anladım.

Sevgili Cem, akarsuları dağları filan son derece güzel olan bu ülkede insan unsuru bazen haddinden fazla çirkin olabiliyor. Bu satırları okur musun bilemem, ama sen daha az karşılaşırsın bunlarla umarım.

dadal.
VI
Sigaraların paketinden
Yerlere saçılıyor
Toplamıyorsun

Umursamaz gibi yapıp
Adını unutmuşsun
Bütün arkadaşlarının

Buğulanan cama birisi
Senin adını yazıp kaçtı az önce
Hem de hiç
Tanımadığım birisi

Galiba zor durumdasın
V

Onu gördük, ince uzun
Yağmurluğu vardı

Bıyıklı ve yorgun
Gazetesini katlıyordu salonda

Sigara dumanı ile sis
Sarı bir lambanın altında

(teknoloji insanlığın hizmetinde'den)
IV
Kentleri neden
Tepsilerin içine kuruyorlar

Kaçıp giderken akşam
Yağmur da birdenbire başladı

Sarı lambalı bir istasyon evinde
iki saat rötarlı altıotuz treni

Gelmiyor bir türlü
Sesi duyulsa da komşu kasabalardan

Thursday, November 23, 2006

Tulips (Sylvia Plath)
The tulips are too excitable, it is winter here.
Look how white everything is, how quiet, how snowed
-inI am learning peacefulness, lying by myself quietly
As the light lies on these white walls, this bed, these hands.
I am nobody; I have nothing to do with explosions.
I have given my name and my day-clothes up to the nurses
And my history to the anaesthetist and my body to surgeons.
They have propped my head between the pillow and the sheet-cuff
Like an eye between two white lids that will not shut.
Stupid pupil, it has to take everything in.
The nurses pass and pass, they are no trouble,
They pass the way gulls pass inland in their white caps,
Doing things with their hands, one just the same as another,
So it is impossible to tell how many there are.
  1. This world is not my home I'm just passing through
    my treasures are laid up somewhere beyond the blue
    the angels beckon me from Heaven's open door
    and I can't feel at home in this world anymore
  2. O Lord you know I have no friend like you
    if Heaven's not my home then Lord what will I do?
    the angels beckon me from Heaven's open door
    and I can't feel at home in this world anymore

Woody Guthrie 'nin bu parçası blog'umun da eski adı idi...arada sırada bu adı kullanmayı düşünüyorum..."Geçiyorduk , uğradık"...diyor.

dadal.

Tuesday, November 21, 2006

in ravalpindi
millions are sleeping
under the nameless
stars

d.
ingilizce dil dersi:

simple course 1:
1.yes
2.patates
Q: can man fall in love with an unknown image?
A: mostly it happens that way...
III
Irmak her yaz taşıyor
Kayboluyor zamanla
Kenarında oynayan
çocukların birkaçı
II

Bir kamyonun üstündesin şimdi
Adını bilmediğin şehirlere
İşçi taşıyan

Beyaz bir gömlek giymişsin
Yakası ayrık

Her an kana bulanmaya
Hazır bekliyor.
c.Yalancı Tanıkların Söyledikleri

I

Her türlü susuzluğu anımsatan
Bir bağımlının yüzü var sende

Kuruyor hava ve ağaçlarıyla
Sarı bir bahçenin duvarı
Gelmekte olan
Kavruk yazı bildiriyor
Q: can man fall in love with an unknown image?
A: mostly it happens that way...

d.
VI

Son patlamanın ardından
Nefesimi tutuyorum

Üç şeyin önemi kalıyor en sonunda
Yağmur, ışık ve gözyaşı
V

Gece ve birtakım sesler
Sıkıca kapadım camları

Bir kent yanıyor dışarıda
Uğulduyor
Ses geçiren tüm yalıtım sistemleriyle

dadal
( "teknoloji insanlığın hizmetinde"den )
IV

Yeniden kontrol edilen
Saatlerin hepsinde

Bir yanlışlık var
Kimse bilmiyor

Kurcalandıkça bozulan
Yaylar, akrep, yelkovan

Monday, November 20, 2006

bazı günler bir türlü meyve vermeyi beceremeyen bir ağaç gibi...bugün mesela...

dadal.

Sunday, November 19, 2006

III

Elimdeki sayaç ile ayırıyorum
Ölüleri dirilerden
Burada her çeşidinden
Binlercesi var

Sesleri daha uzağa
Götürecek bir sistem
Kablo, yansıtıcı

“Kurulunca ararsın”
dedi, sigara yaktı
II
Uzun bir yolculuk, çeşitli serüvenler
Eski bir alıcıyla kaydettik
Son sinyallerini
Uzayda kaybolan Sputnik’ in

Çarpışma birkaç dakika önce oldu
Sıcak metaller
Soğuk dumanlar

Ormanı siyaha boyamışlar
Karanlıkta fenerler dolaşıyor

Saturday, November 18, 2006

b.boş laf kısmı
I
Karartma gecelerinde
Sadece krepon kaplı pencereler

Çivit mavisi ve soluk
Kuyu var bahçede
Bostan ve ağaçlar

İlk bombalar birkaç dakika içinde
Kentin en dış bölgelerine...

“Seninle buluşalım” deyip
Kapatmıştı telefonu

Bir sokak var
oradan dönüyorsun
Evler bitiyor
V
neon, neon, neon
hattı birazdan kesecekler
ateş serbest sirenleri

karşılık vermek istiyorum
plastik tüfeğimle
VI
“öcü geliyor” dediler,
oysa gelen
dumanı tüten bir lokomotif

uyurken sayıklıyor
korktuğu öcülerin günlerini

uyurken adımı bilmiyor

Friday, November 17, 2006

IV

zehirli mor bir çiçekten
öldürücü oklar yaptılar
asit yağmuru
yağdıkça toprağı ısıtan

izimi sürüyorlar
bütün bu kurt köpekleri
ve ulumalar

uykumdan beni
sadece ölüm
uyandırabilir

yok bu kentin
havuzlu bir meydanı
olmayacak da

iğneler batar ve kanatır

sonra

elektrik

Thursday, November 16, 2006

III
uzun süredir izleniyorum
korkudan bir kement boynumda

davullar, gece uykumuzda
sayıklıyoruz

yükselen ateşimiz bir sarı humma
tekrar başlıyor davullar

ateş ediyorum görünmez adamlara

ustura dansı başlayacak az sonra
doğuştan zehirli damarlarımda
Sakın kaçırma

dadal (teknoloji insanlığın hizmetinde)
II.
aslında o sudan hiç
içmemeliydim

adların küçük harfle yazıldığı
ölüler kentinde

çıplak binilen
soğuk otobüs camlarına
yüzüm bir bilmece gibi yansıyor

kayboluyorum son durakta
iner inmez

dadal (teknoloji insanlığın hizmetinde)

Wednesday, November 15, 2006

a.hikaye kısmı
I
önce bir dünya vardı,
sadece biz biliyorduk
onun nasıl olduğunu

aşklar vardı vapurlarda yitirdiğimiz
defter sayfalarında

çoktan sobalarda kavrulmuş
hurda kağıt fiyatına

ben kenti dolaşıyordum,
mor pembe isimlerini bilmediğim
çiçekleriyle.....

Tuesday, November 14, 2006

Sabah Turgut Uyar'la uyanmak...
Turgut Uyar tüm zamana şiirini yayabilen bir şair, onu uyurken, uyanırken, yolda yürürken, otobüste işe giderken, iki sevişme arası, ölürken, parkta çocukları izlerken, bir dostun cenazesinde...içten ve dıştan, kitaptan ya da bellekten...okumak mümkün, okunduğu hiçbir yere aykırı durmayacak kadar hayatla içiçe geçmiş bir şiiri var onun. Helal olsun.

dadal.



vakitsiz uykulardan uyandır beni
kara üstüne kara gök üstüne gök
şimdi herkesin dolaştığı bu yerde
bir taşra öğlesini yoğunca yaşıyorum
uzayıp gidiyor yorgun bir kamyon
elbette vakitsiz yıl sonu yaklaşıyor

sakın sana ne deme sakın deme
göğün toprağın denizin olduğu her yerde
saatin adı eşit her yerde
koyverme beni vakitsizdir mutlaka
uyandır çürüyenlerimi bir bir tazele
en sert sesini edin en zorlu tavrını al
kayayı çıkartmıştık tepeye kadar
ufacık ufacık bir şey
itecek kadar.

turgut uyar

Monday, November 13, 2006

adam anlatmış yahu....

She loves you, yeah, yeah, yeahShe loves you, yeah, yeah, yeahShe loves you, yeah, yeah, yeah, yeahYou think you lost your love,When I saw her yesterday.It's you she's thinking ofAnd she told me what to say.She says she loves youAnd you know that can't be bad.Yes, she loves youAnd you know you should be glad.She said you hurt her soShe almost lost her mind.But now she said she knowsYou're not the hurting kind.She says she loves youAnd you know that can't be bad.Yes, she loves youAnd you know you should be glad. Ooh!She loves you, yeah, yeah, yeahShe loves you, yeah, yeah, yeahAnd with a love like thatYou know you should be glad.Although it's up to you,I think it's only fair,Pride can hurt you, too,Apologize to herBecause she loves youAnd you know that can't be bad.Yes, she loves youAnd you know you should be glad. Ooh!She loves you, yeah, yeah, yeahShe loves you, yeah, yeah, yeahAnd with a love like thatYou know you should be glad.With a love like thatYou know you should be glad.With a love like that, You know you sho-o-ouldBe Glad!Yeah, yeah, yeah. Yeah, yeah, yeah Ye-ah.
sakin bir cumartesi
beni öpecek misin?
parkta, sinemada
herkesin ortasında

sonra uzayan sokaklarda
unutmamak icin adları
bir buluta yazılan
beni öpecek misin?

dadal (beni öpün filan demek istemiyorum yanlış anlaşılmasın)
karisik ve karanlik bir dunyada
kucuk ipuclari ile
yolumuzu bulmaya calisiyoruz.
Eski usturlablar, soylenceler ve cakiltaslari,
bir de seytanminareleri...
kum haritalari...
gozumuz gece parlayan iskenderiye fenerinde.
Kulagimizeski denizlerin seslerinde.
ellerimiz kupestede...
butun eski denizciler gibi...
tedirginiz...

dadal (2002)

Sunday, November 12, 2006

Pazar sabahını bundan daha iyi anlatanşarkı daha yazılmadı...Yazılması da zor bence...Velvet Underground a kulak verelim. Kendi radyomu açtığımda her pazar sabahı saatbaşı bu parçayı çalacağım.

dadal.

Sunday morning
Brings the dawn in
It's just a restless
feeling by my side
Early dawning
Sunday morning
It's just the wasted years
so close behind
Watch out the world's behind you
There's always someone around you
who will callIt's nothing at all
Sunday morning
And I'm falling
I've got a feeling
I don't want to know
Early dawning
Sunday morning
It's all the streets you crossed,
not so long ago
Watch out the world's behind you
There's always someone around
you who will call
It's nothing at all

Saturday, November 11, 2006

For the psuedo heroine I once knew:

the wisdom of the clocks and their joyfull tic tocs
the glitter in your eyes is gone
when you keep on smiling I see the teeth but not the soul

imitation diamonds swept under the heavy rain
nothing left here I see, but your stupidity remains.

dadal.

Thursday, November 09, 2006

III.
ben bir yaşındaydım
seni vurduklarında
uzaklarda bir yerde

Tüm bu gelgitler boyunca
Hiç büyümeden oturdum
televizyonun önünde

Suya düşmüş bir kapsül gördüm
soğuk bir akşamüstü
ya da düşümde

dadal (teknoloji insanlığın hizmetinde)
bir zaman sonra zaman da
zaman tanımaz olur kendine
o zaman tam o zaman
acımaz ellerime batan çizgiler

gözlerimle mil çekip geçmişe
işte zaman o zaman
bir zaman daha sonra zaman
başlar kendi içinde dönmeye
az evvel buhar olan damlalar
zamansız yağan ikindi yağmurundan

dadal
26.o7.2002 (yaz zamanıydı ve sıcaktı)
bazı günler düğmeleri eksik
cepleri kenarından sökülmüş cekedimle
geçerken yorulduğum sokaklarda
oturup aklıma daha önce hiç
gelmeyen şeyleri düşünüyorum
uzuyor, uzuyor, uzuyor
eski duvarları sarı boyalı evlerin

belki de bir süredir traşsız yüzüm
iki üç haftadır sessizim
belki de bir süredir
kendimden ayrı yaşıyorum
koyungözü sokağında, hamamönünde

09.05.2000

dadal ( o vakitler daha yaşlıydım)
Düşte Görülen Aslan

Ben demin düşümde
beyaz bir aslan gördüm
Onun boynuna sarıldım
Onu sevdim,
Onu öptüm.

E.Cem Günçe
(2000 yılının bahar ayları olmalı,
minicikti o zaman, 2.5 yasindaydı)

Wednesday, November 08, 2006

GÜNLERDEN EYLÜL, AYLARDAN ERGİN GÜNÇE

Günlük şarabımız bir maşrapa içinde
Külde pişmiş patatesler ve eşsiz pilavzerde
Din kitaplarımız, putlarımız, telvelerimiz
Yeleği de köstekli bir amca kahvesinde

Suratı çilli günler, gölgesi uzun günler
İşte bir bağ bozumu, işte bir çıngıl üzüm
Gökyüzüne yaslanıp saatimi kuruyorum
Kimsecikler duymasın bir Tanrı bulduğumu

İstersem bu Duayı bir Çınara söylerim
Ben kendi başımdaki en önemli şapkayım
Islıkla her türlü marşı çalan bir Arap
Bazan bizim orada bir yokuştan iniyor

İşte durumlar böyle ey Kandil Simitleri
Bir değirmen bu günler kalbimi öğütürüm
Serentiler kurarım ömrümü kuruturum
Haritamda denizlerin yerleri değişiktir

Günlük peynirimizi bize veriyor
Kızarmış bayat ekmek, suda kaynamış pirinç
sen ne dersen de yeleği köstekli Kahve
Durup dururken Tanrımı seviyorum

Günlerden Eylül, aylardan Uzun Eşek
Bir Tabanca çıkarıp kendimi vuruyorum

Ergin Günçe
1981

neden "telefon edilemeyen" bir yere gittin ki...sürgüne gittiğin Amasya bile bu kadar uzak değildi...

dadal
Hayatı çözdüm sananlar, aşkı bildim diyenler (en çok da bu iki gruba sinir oluyorum, en bilinemeyecek şeylere atladıkları için)...laaa bi s**tirin gidin laaa...bana sayısaldan bu hafta çıkacak altı sayıyı da söylesenize laaa...aaa nooldu neden sustunuz evladım...geleceği bilemediğiniz için mi...lan geri zekalı geleceği bilmedikten sonra neyi biliyorsun lan...aşkın ne olduğunu yazarlar şairler bilemiyor da sen mi biliyorsun lan...hayatın nesini bağlamıştın da neresinden çözdün lan...önce bir ev geçindir doğalgaz açtır su bağlattır kapıcıya ekmek parası ver her sabah haftada üç gün alışveriş, hah yap bakııym bunları, aferin bak ne güzel... aşk gelir yetişir arkadan mecali kalırsa merak etme....

Başkalarına dayanıp yaşayan insanlar...neznimde zavallıdır...ettiği kelam da zavvalının kelamıdır...kızmak değil acımak lazım, bak yine ben hatalıyım...

öfkeli bir dadal oldum . yakında nükleer bir patlamaya sebep bile olabilirim.

Tuesday, November 07, 2006

Anladım ki en dayanamadığım şey insanların aptal olması...bunu salt bir zeka sorunu olarak görmüyorum.Mesela şakadan anlamamak, her şeyi biliyorum sanmak da çok belirgin birer aptallık göstergesi. Hayatın, üstelik sonunda biyolojik yenilginin kaçınılmaz olduğu hayatın önceden görülen miktarının yarısından azını yaşadığı halde hayat hakkında herşeyi bildiğini sananlar var. Bunlar aptaldır mesela. Başı ağrımadan 3-5 kıçıkırık ilişki yaşayıp aşkı öğrendim sananlar var, bunlar da aptaldır. Orduların yüzyıl çarpışıp ele geçiremediği şehirleri bir seyahatte fethettim sananlar var. Bunlar aptaldır. Ben akıllı mıyım peki? Hayır, aptallar için vakit harcadığıma göre, ben de onlar kadar aptal olmalıyım. Şimdi birisi çıkıp bu yazıyı okur, bana ulaşır "beni mi kasdettin" der ise eğer...bilin ki o da aptaldır. O nedenle yapmam gereken şey "evet, o yazıyı senin için yazdım..."demektir.

Çok fazla aptallığın arasında akıl ortaçağdan sonra bir kez daha az görünen güneşler gibi parlıyor.

dadal.

Friday, November 03, 2006

trenin penceresinde görünen geceyarısı kentleri
isimsiz kentler, bahçelere gömen ölülerini

dadal.

("teknoloji insanlığın hizmetinde"den alıntı)
bir şarkıyla başlayacak devrim
denize açılacak bütün sokaklar
bir gümüş balık, uzak ağlarda
uykularında, serin ırmaklarda yüzen çocuklar

dadal.

(sokakların denize açılması hadisesini başkası önceden yazdı, yine de arak değil onu da söyliyeyim...Sokağın Deniz çıkmasının ne olduğunu iyi bilirim Amasra günlerimden)
bir mektup gelir uzaktan
açıp bakamam meraktan
yürürüm yabancı yüzlerden
isimsiz sokaklardan

dadal

(federal almanya'da yalnız geçen yıllar için...)