Sunday, December 30, 2007

evet, 48 saat sonra yeni yıl...resmi yazışmalara, şuna buna yanlışlıkla 2007 yazarım birkaç gün, hepsi o kadar. yeni yıla yaklaşmak yeni bir limana yaklaşmak gibi, bir garip belirsizlik. oysa ne iklim değişiyor, ne de aklımıza yeni bir fikir üfleniyor yeni yılda..."yeni yıldan beklentiler"...ne demek ki bu... neden yeni bir işe yılın son günü başlamayasaın? tamamen psikolocik.var mı başka izahı? vardır belki de, ben bulamadım. aslında şununla yüzleşmek lazım "o güne kadar yapamadıysan, bundan sonra da zor..." neyi mi? "yeni yılda karar aldım, bilmemneyi şöyle böyle edicem " dediğin ne varsa onu. kimsenin hakkını yemek istemem, arada başarılı olanlar da gördüm. yılbaşı partisinde tanıştığı adamla evlenip mutlu olan bile var, ama istatistik ilmine göre birşey değişmiyor. baş nereye giderse kıç da oraya gider, başın gittiği yeri bulan bilim dalıdır istatistik.

yeni bir liman dedik, ama işte yanaşıyorsun ve ertesi sabah kuru bir iskele.

Tuesday, December 25, 2007

Cep telefonuma, sağa sola karalamışım, bir kere de buraya yazayım...Beğenmezsem silerim, blog benim kime ne.

* Sanki sensiz az önce öperek ayrıldığım
* Sarıyer'de güneş vururken kumlara
* Güzel bir evin terası.evlerin arasında kaybolan güneş
* uçar gider bir rüzgar, güneye doğru.
* uzun bir yaz sessizliği bahçede/zil çaldı , çıkıp gitti çocuklar (çekip gitti)
* gitmek-ti uçurtmanın bütün derdi/gökyüzünde kaybolmak
* bir uzun koşudur cennet çayırında/yağmur düşer (ardına) sabahların ardına
* evin arkasında bahçe / bitmek bilmeyen yağmurlar
* aşkın da bir zamanı var / yağmurlar gibi
* bir garip rüzgar eser / ay şafağa saklanır/ yolların ötesinde/ dilsiz uyuyan dağlar
bu kadar hepsi...karmakarışık dizeler.

Sunday, December 23, 2007

İçimde ve dışımda...çatışmalarım bitmiyor. Bir önemli meseleyi hallettim zannederken, tufaya geldim. Yine bekle dur işin yoksa, yaralar kabuk bağlasın, ayıkla hepsini teker teker.

Aptallık, yeni-entellektüel in bilerek içine girip yattığı sığınağın adı. Bir dar grupçuluk, bir içe dönme, birbirini onaylama ve diğer şeylere karşı çıkma. Sebepsiz, gerekçesiz. Bir fotoğraf, kırlara yapılan bir gezi ve herkes çok mutludur. Sonra bu mutluluk hali yazıya dökülür, bir küçük kontrat haline getirilir. "Ne eğlendik!" kendini kandırdığını bilmeye rağmen bu kandırma işine devam etme hali. Bir nevi uyuşturucu bağımlılığı. İşte, canımı sıkan ve adına aptallık dediğim şey bu. Zekanın zihne getirdiği he rtürlü aşırı yükü, balon yükselsin diye atılan boş çuvallar gibi fırlatıp atmak. Sonrası, bir kollektif "çok eğlendik" hali..Sürer gider, korkarım bitmez...Bir ömre eşdeğer.

Wednesday, December 19, 2007

Jenny Kissed Me

by Leigh Hunt

Jenny kissed me when we met,
Jumping from the chair she sat in.
Time, you thief! who love to get
Sweets into your list, put that in.
Say I'm weary, say I'm sad;
Say that health and wealth have missed me;
Say I'm growing old, but add-
Jenny kissed me!

* iyi de, Jenny'nin öpmesi artık nasıl bir öpme ise, bu şiiri 2 ayda 2. kez koymuşum bloga. HAzırlıkta okurken Murat isimli bir kardeşimiz getirip asmıştı sınıfın panosuna, dün gibi hatılarım. Yaşayanların sayısı ölülerden fazla idi, ben kendimi batıda bir yerde sanıyordum, güzel günler olduğunu şimdi buradan bakınca anlıyorum.

Tuesday, December 18, 2007

Günlerimiz ( Ahmet Hamdi Tanpınar)
İçlenme, beyhudedir, maziyi sakın anma!
O vefasız yavruya benzer ki günlerimiz.
Kendini yuvasından bırakır ki akşama
Benzeyen göle, sessiz...

Ruhundaki susuzluk engin mesafelere
Duyurmadan ne anne ne bir yuva hasreti,
Narin kanatlarıyla uçar orman, dağ, dere
Ve bir gün bir çukurda bulunur iskeleti.

Günlerimiz (Yağmur Atsız)
Çözülen bir yün yumağı
Akıp giden günlerimiz.
Mezar taşlarından suskun
Sessiz, sitemsiz.
Savrulan yapraklar gibi
Akıp giden günlerimiz.
Cenaze törenlerinde
Sessiz, sitemsiz.
Bir suçluyu aklar gibi
Akıp giden günlerimiz.
Sanki bir sır saklar gibi
Sessiz, sitemsiz.
Doğmayan şafaklar gibi
Akıp giden günlerimiz.
Haksız ittifaklar gibi
Sessiz, sitemsiz.
Bir kitaba başlar gibi,
Koşarken yavaşlar gibi,
Ölen arkadaşlar gibi,
Sessiz, sitemsiz.

Monday, December 17, 2007

yılın son günleri, son 2 hafta...nedense bu günlerde bir "son dönemece girildi" hissi gelip de yapışıyor. Hele ki yılın son 2-3 günü sanki kayıp günler. O günlerde birşey yapılmazmış gibi...Halbuk, senenin son günü de doğulur, ölünür (hele ki bizim memlekette gayet kolay) aşık olunur, sevişilir, hastalanılır...hepsi de mümkün. Hani şu son 2 hafta ödememesi gibi ilaç bedellerini sosyal güvenlik kurumlarının, sanki son günler bir türlü bedeli ödenmeyecek günler gibi, bedelsiz günler gibi, daha da ileri gideyim, sanki varolmayan hayalet günler gibi. Ocak ayının ilk 2-3 günü de öyle. İklim bile değişmiyor ki baksana, 31 Aralık gecesi yatıyorsun ve sabah (son yıllarda) bir kış güneşi ile uyanıyorsun. Bu yılbaşı evde otursam bari, müzik dinlesem, gitar çalsam. Bir bardak bira,içine de azıcık vodka, televizyonda birbirinden dandik programlar, müzik setimde tamamı çalınmayan bir sürü albüm, karışık müzik zevkime çevreden gelen itirazlar.Dur bakalım, daha neler gelecek aklıma sene bitmeden?

aralıktan sonra ocak
kar yağar kucak kucak

büyük bir akıl fikir tuzağı olan (Türk) ilkokul eğitimi sürecinden aklımda kalan şiir de bu işte.

Friday, December 14, 2007

E R D A L E R E N
Bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir bu terkedişler
Bir an duruşu gibi ömrün bitişi gibi
Veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler

Tuesday, December 11, 2007

özelleştirme önce kafalarda başladı...birey olmaya özendirme çabası, sloganlar: sürüden ayrıl, kendin ol, kendini tanı! Yıllar önce Johnny Rotten kendisine dokunan bir gazeteciye "don't touch me, I am special!" demişti , ve haklıydı... Fakat geçen zaman içerisinde, aslında sıradan olmak dışında hiç bir özelliği olmayan bir sürü insan, birey olduğuna inandırıldı. Büyük ihtimalle de, her türlü potansiyel "toplu" girişimi baştan engellemek için..en hassas yerlerde, yani fabrikalarda, sokaklarda, dağlarda filan değil, kafalarda ve vicdanlarda.Birey olamayacak kadar kendine (ve çevresine) yabancı birileri, "özel" ve "farklı" olduklarına inandırılarak "birey" yapılmaya çalışıldılar. Hiç bir özelliği olmayan birilerinden "ben özelim" sözünü duymak, karışıkdüşüncelere garkediyor beni. Tek soru soruyorum ve yanıtını hiç alamıyorum :"ne özelliğin var,ortalama bir salak olmak dışında allahaşkına söyle???" evet, bir yanıt veren çıksa keşke.

Friday, December 07, 2007

16 yaşımı bitirip 17 den gün aldığım gün,güneşli bir cumartesi idi.(ertesi gün yani-6 ekim 1979) ankara 'da sosyal handaki plakçı cemil'den tanesi 400 liraya 3 plak aldım, blondie (parallel lines) la bionda (adını unuttum) ve almanya yıllarımdan hatıra manfred mann's earth band-angel station (onu alman sanırdım ilk başlarda) şimdilerde bir mmeb merakı başladı yeniden...geçmişe duyulan özlem falan değil (o da olabilir ama... ) değişen, bin kere evrim geçiren müzik szevkimin içinde bir yerde manfred mann ve neredeyse her albümde değişen (en çok chris thompson ve steve waller ı sevdim) karmakarışık kadrosu, evet, onca yıldan sonra watch, roaring silence, angel station, yptıkları acaib dylan ve springsteen coverları hal açok şık duruyor ve dinledikçe büyük zevk veriyor.

Thursday, December 06, 2007

lafa dolaştırmadan direk başlayayım: sen gerizekalısın!!!...yok yok, gerizekalı değilsin, basit zekalısın..."copy paste" zekası seninki, bir çevirmenden ne kadar yazar-şair olursa senin yaratıcılığın da o kadar işte. Bir ekmek bile pişiremezsin fırında, sadece market arabasını doldurabilirsin hayatın. Sevmeyi bilmezsin, ama o iç bayıltan sevgi sözcüklerinden bir ansiklopedi yazabilirsin.Kendinden beter bir salaklar ordusu ile gününü gün edenlerden olmaya çalışırsın, onu bile beceremezsin. Dalda bir kelebek görüp doğanın sırrına erdim zannedersin. Senin gibiler çok yer işgal ediyor hayatta, üstelik bazılarınızın isminin başına akademik bir ünvan bile koyuyorlar. Belli ki yeni tür bir aydınlanmaya ihtiyaç var.

Sunday, November 25, 2007


uzaktan annesi cagirdi ve gitti
oyunun en heyecanli yerinde

gece oynanan saklambac
kucuk asker adamlar
oniki tas, kaptan, muselles

duvarlarda kaldi adlari cizgiler agaclarda
sokaklar artik eskisi gibi degil
unutulmus cocuklar, oynanmayan oyunlar

bir ruzgar esti ve kayboldu kalir dedikleri ne varsa her seferinde
annesi cagirdi uzaktan gitmek zorunda simdi yarim birakip
oyunun en heyecanli yerinde
ince bir tabaka her gün
parmak ucumla kadehime sıvanan
bir damla kan emdiğim
kendi kanında boğulan

Wednesday, November 21, 2007

bir bilet al ve bin trene
daha saati gelmeden

elinde sadece bavulun
içinde yorgun kitaplar

tükenmiş eski bir öyküden
yarıda kalmış satırlar

basit bir öykü, tefrika gazetelerde
tüm yasalar kalksa da
içimde duran sürgün.

söylesene, bir kuş olup
dönecek misin bana sahiden
okulunun bittiği gün?

Friday, November 02, 2007

Doşmen neyem erçend ki doşmen ruyem
Aslam Turkest egerçi Hindu guyem.

Mevlana Celaleddin-i Rumi.

Monday, October 29, 2007

Bigâne megirit mea z'in kûyem
Der kuy-i şoma hane-i hodmicuyem

(beni yabancı saymayın ben de buralıyım)
(ararım kendi evimi sizin sokağınızda)

Mevlâna Celaleddin-i Rumî

Saturday, October 27, 2007

son günlerin kısa özeti :
lanetli bir çağa açtım gözlerimi
uyku tutmuyor.

Monday, October 22, 2007

Kuzeyde bir gün...
sessizlik...

Friday, October 12, 2007

Bayram bugün çocuklara
Aklı bayramlarda kalan
Onaltısında vurulan
Onyedisinde asılan.
d.

Thursday, October 11, 2007

halının üzerinde oyun oynuyor.küçük adamlar, arabalar, kafasındaki kurguda birileri başka birileriyleçatışıp duruyor."yatma vaktin geldi!" diyorum, "oyunumu bitireyim hemen yatıcam" diyor. "oyunun bitiğini nasıl anlıyorsun?" diye soruyorum merakla. "Ya" diyor "ana karakter ölüyor" "ya da oynamaktan sıkılıyorum" "işte o zaman oyun bitiyor"

evet, bu ikisiyle bitiyor oyun...

Tuesday, October 09, 2007

Bugün onun doğum günü...itoğluitin biri onu bizden almasaydı, 67 yaşında olacaktı.Kendisini süper bir şekiklde anlatmış birisiydi, bir kere de benim anlatmam hem doğru olmaz,hem de eksik kalır.Alın albümlerini, dinleyin. Neredeyse hepsi bulunuyor, eskisi gibi değil artık dükkanlar.

Monday, October 08, 2007

UZMANINDAN JAZZ KOLEKSİYONU (H2 den)
Peter Cincotti henüz 19 yaşında ve şimdiden jazz müziği efsanleri arasına gireceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Daha 7 yaşındayken Harry Connick Jr. ile düet yapan Peter, müzik dünyasında hızla yükseldi ve kendine ünlüler arasında hatırı sayılır bir fan grubu edindi. Dustin Hoffman, Tony Benntt bunlardan birkaçı. Cincotti, Bennett'ın kendisi için sarfettiği 'ben 19'umda senin gibi söyleyemiyordum' cümlesini muhteşem bir iltifat olarak algıladığını belirtiyor. Cd'si yeni piyasaya çıkan sanatçı için yeni nesli jazz müziğine ısındıracak kişi gözüyle bakılıyor. Aşağıdaki liste ise bu genç ama dahi müzisyenin olmazsa olmaz dediği 10 albüm. Peter Cincotti seçtiği Jazz'ın 10 dev albümü için 'Kimseyi almaya zorlayamam ama alırlarsa asla pişman olmayacaklarını söyleyebilirim' diyor.
Cincott'nin top 10'u için galerimizi ziyaret ediniz.
OSCAR PETERSON, NIGHT TRAİN, 1962Bu benim aldığım ilk albüm. Benim için yeni olan sesleri ilk keşfettiğim albüm de diyebiliriz. Ve tabii jazz müziğine kulaklarımı ilk açtığım albüm. Müzikte trio benim için her zaman özeldir. Her iyi olan trio; piano, bas, davul, bunların arasındaki etkileşim. Oscar Peterson'ın bu albümünde bunu ilk kez ayırt ettim diyebilirim. Esasında Night Train'i yazan Duke Ellington'dır. Fakat Peterson şarkıyı o kadar olağanüstü yorumlar ki. Kim dinlerse dinlesin Peterson'ın kendine özgü riff'lerini fark edecektir.O'nun kendine ait bir sound'u var. Sadece CD'sini bile dinliyorsanız farkedersiniz ki bu Oscar.
HERBIE HANCOCK, TAKIN' OFF, 1962Bu Herbie'nin solo ilk gerçek albümü. Herbie Hancock'un müziği, John Coltrane ve diğer bütün büyük müzisyenler gibi pek çok aşamalardan geçmiştir. 'Takin Off' tabiki son dönem Hancock'dan oldukça farklıdır, en azından stil ve yorum olarak. Ancak dinlediğinizde mutlaka Hancock'un belli başlı özelliklerini fark edersiniz. Albümdeki her parça çok güzeldir ancak 'Watermelon Man'insanı gerçekten alır götürür. Burada ritimleri kullanışı tamamen devrimsel ve tutucu olana karşıdır(unorthodox).
CARMEN MCRAE, LOVER MAN, 1961Carmen Mcrae'yi dinlemek Jazz için ders gibidir. Ona özel vurguları ve yorumu kesinlikle Mcrae'yi benzersiz kılar. 70 albüm kaydetmesine rağmen 'Lover Man' benim için çok özeldir. Lover Man tüm bu albümler içinde ya en iyisi ya da en kötüsü olarak tanımlayabileceğiniz ama mutlaka farkını ayırdeceğiniz bir albüm. Carmen Mcrae bu albümü Billy Holiday'e ithaf etmişti. Miss.Brown'un bu albümdeki yorumunu çok sevdiğim için ben de albümüme aldım.
ERROLL GARNER, CONCERT BY THE SEA, 1955Bu gerçekten Errol'un en muhteşem albümü. California'da bir kilisede canlı kaydedilmiş olan bu albüm ben de her zaman keşke orada olsaydım hissi verir. Belki bu albüme özelliğini veren de budur. Canlı olması. Errol'un seyirci önünde ki muhteşem performansı fazlasıyla unique(biricik) çünkü kendisinin kaydadeğer bir müzik eğitimi bile yok. Louie Armstrong'un sesi gibi Errol Garner'ın piyano çalışını da mutlaka ayırdedersiniz. Progresif(ilerleyen) kalitesi swinglerindeki kalite. Tüm bunlar düşünülünce şüphesiz en iyisi oydu.
MILES DAVIS, 58 FEATURING STELLA BY STARLIGHT, 1958Bu albüm benim en favori 'Love for Sale' versiyonudur. Miles'ın piyanoyu çalış şekli ve grubun ona eşliği... Kesinlikle deneyimlenmesi gereken bir şey. John Coltrane' çalar bu albümde ve sonraki albümlerinden farkını çok rahat görebiliriz. Bill Evans'da vardır mesela. Tüm albüm starlar geçidi gibidir.Hele Cannonball Adderley'in 'Love For Sale' deki saksafon solosu, gerçekten muhteşem. Bu albümü ilk dinleyişimde tekrar ve tekrar defalarca dinlemiştim.
FRANK SINATRA, ONLY THE LONELY, 1958 Gelmiş geçmiş en iyi albüm ve muhtemelen benim Sinatra favorim. Fazla karanlık ve zorlayıcı. Sinatra bile bu albümdeki şarkılar için 'intihar şarkıları' der. O gerçekten bu tarz yorumun kralıydı. Arajmanlar, orkestrasyon, şarkıları söyleyiş tarzı; Only the Lonely, Angel Eyes, I Guess I'll Hang My Tears Out To Dry... Gerçekten inanılmaz. Şarkıları söylerken nerdeyse ağlıyor. Ve dinleyeni de ağlatıyor.
SHIRLEY HORN, HERE'S TO LIFE, 1992Shirley Horn dinlemeye bayılırım. Şarkıyı yorumlayışındaki bütünsellik. 'Where do you start'sa benim favorim. Shirley hem muhteşem bir şarkıcı hem de piyano virtüözüdür. Bu konuda gerçekten idol olacak kadar yeteneklidir Horn. Müziği ile şarkı söylemesi birbirini öylesine bütünler ki, Shirley Horn şarkı söylerken sanki kelimeler azalıyor müzik çoğalıyor gibidir. Bu sanatın onda vücut bulması. Birçok albümü trio olarak kaydedilmiştir. Fakat Here's To Life çok güzel bir telli çalgılar aranjesidir. Muhteşem ve efsanevi aranjör Jhonny Mendel prodüktörlüğünü yapmıştır bu albümün. Bu konuda ondan daha iyisini bulamak gerçekten imkansız.
RAY CHARLES, THE GENIUS OF RAY CHARLES, 1959Ray Charles albümleri içinde benim az sayıda favorim vardır. Deha+soul= jazz, bu da sevdiğim diğer bir şey. Bu albümdeki bir kaç şarkı var ki gerçekten muhteşem kelimesini hakediyor. Let the Good Times Roll ve It Had To Be You gibi. Ray şarkı söyleyen ve piyano çalan bambaşka bir adamdır. Soul'un içindekini ortaya çıkarmak, için izlediği yol, mükemmel. O bariz bir yetenek. Modunuz her ne olursa olsun duşta, arabada, buluşmaya hazırlanırken mesela; heryerde ve her halde dinleyebileceğiniz bir albüm.
BILL EVANS, ALONE, 1968Sadece bir piyano ve bir adam. Bill Evans'ın bu albümde yalnız olduğuna inanmak güç gerçekten. Trio'su olmadan hatta vocal bile olmadan bir piyanodan orkestra gibi böylesine güçlü ses çıkması. Evans'ın trio albümlerinin vazgeçilmezi olan klavyede kendisi mükemmeldir ancak bu solo piyano albümü ile , çalmanın çok ötesinde bir yere çıkıyor. 'Alone' Evans'ın vitrinini değil belki ama dehasını görebileceğiniz bir albüm. Yalnız piyano'nun muhteşem bir şekilde uçuşması değil, anlamı çok daha derinlere giden bir albüm.
ANY NAT "KING" COLE TRIO RECORDNat King Cole benim idolüm. Onun piyano çalışındaki ve şarkı söylemesindeki sanat ve ikisini bir araya getirişi, beni, daima büyülemiştir. Sonuç olarak Cole 3.sanat diyebileceğimiz şeyi kendisi yarattı. Büyük bir ticari başarının yanısıra bir birçok jazz sanatçısının önünde hayranlıkla eğildiği eserler. Herkez Nat King Cole hitlerini bilir ancak pek çok da tanınmamış ama mükemmel şarkısı vardır. Frim Fram Sauce gibi mesela. Herhangi bir trio albümünü alın pişman olmayacaksınız.
http://www.youtube.com/watch?v=5TJOjIgxxWY

Friday, October 05, 2007

İşte öyle, anladın sen onu :)

Thursday, October 04, 2007

Patti Smith 2. kez İstanbul'da idi. Babylon isimli pek de tahammül edilesi olmayan bir mekanda çalıp söylemiş, bu kerre izleyemedim. "Lan, var ya, bir albüm yaptım milletin feleği şaştı" diyebilecek nadir müzisyenlerdendir. Konserde izleyenlerde de felek şaşmaları sık gözlenmektedir. O albüm budur, dinleyip de eski hayatına geri dönemeyen çok insan tanıdım.

Tuesday, October 02, 2007


ASKERİ DARBE OLSUN..HEMEN OLSUN, EVET EVET, İSTİYORUM!!!

Monday, October 01, 2007

Şiirden gidelim bugün, tıpkı kültürlü insanlar gibi...

Jenny kiss'd me when we met,
Jumping from the chair she sat in;
Time, you thief, who love to get
Sweets into your list, put that in!
Say I'm weary, say I'm sad,
Say that health and wealth have miss'd me,
Say I'm growing old, but add,
Jenny kiss'd me.

James Leigh Hunt

What though the radiance
which was once so bright
Be now for ever taken from my sight,
Though nothing can bring back the hour
Of splendour in the grass,
of glory in the flower,
We will grieve not, rather find
Strength in what remains behind;
In the primal sympathy
Which having been must ever be;
In the soothing thoughts that spring
Out of human suffering;
In the faith that looks through death,
In years that bring the philosophic mind.

William Wordsworth

Tuesday, September 25, 2007

Biz Burada

"Sevgili Babacığım, bir burada çok iyiyiz" 1974 yılında eğri( ve hala düzelmeyen) yazımla yazmaya başladığım mektupların giriş cümlesiydi bu. Bir süre sonra meraklanıp anneme "Gülseren, çocuk neden sürekli böyle yazıyor, bilmediğim bir sıkıntı mı var?" diye sormuştun.Neden o mektuplara böyle başladığımı bugün de bilmiyorum, muhtemelen çocuk aklıyla senin sırtındaki onlarca yükün birazını azaltma çabası olmalı.

Şimdi yine yazmaya başlasam "sen o soğuk kış akşamında çekip gideli beri hiç bir zaman biz burada çok iyi olamadık" derdim. Son bir söz hakkı verilse sana eminim ki kafanı kaldırıp "oğlum,annene iyi bak" derdin. Bakabildim mi...bilmiyorum,sanmıyorum.

Otobüs o yağmurlu günde Viyana'ya yaklaştığında (görüşmemiştik ya bir yıldır) heyecan kaplamıştı içimi. O heyecanı yine duymak istiyorum. Kavuşacağımız günü hasretle bekliyorum.

Monday, September 24, 2007

Bu da işin sosyalist kısmı...iş arabaya kalsa sorun yoktu, araya başka hadiseler girdi...

Thursday, September 20, 2007

Kapitalizim buysa, ben de kapitalistim arkadaş...ya da onun gibi bişiy...

Sabah sabah iki grup

Gravenhurst

The Shivvers

Wednesday, September 19, 2007

Monday, September 17, 2007

Ergin Günçe diyor ki:

İBRAHİM KEHRİBAR

Tütün kaçakçısı, bıyıksız, Adapazarından evli
Şimdi de herhalde oradan evli
Adı akılda kalan çerkeslerimizden
Gözleriyle ve sigara içişiyle konuşuyorum
Boş yere yatıyor bu dördüncü yılı
Sanki biz burada boncuktan sallama örmüyoruz

Koğuşun da bir akşam güzelliği vardır, ülkemiz büyük
Eski bir Bitlis tütününün anıları gibiyiz
İlk güveyilikler ve kırılan bir testi su
Hayata her zaman nereden başlamalı
Şaşırıp yarın da gelir mi görüşümüze
Kınnapları, hızarları çoktan bırakmış
Bir aşı boyası gibi sürüp giden babası

Sözlük kullanmadan okurum ben böyle adamları
Hüznü çünkü yalnız alfabemde kullanıyor
Katırını tütününe yüklüyor, ilikliyor bürümcük gömleğini
Tabancasını barutunu falan yanına alıyor
son saçlarını bir lohusanın geride bırakan meslekler
Askerlikler, trenler, ikinci güveyikler
Bir bakraç yoğurt gibi, bir sepet elma gibi
Asılı bir kahır olarak başucumuzda
Artan eksilen şeyler

Hayatı gözümüzde büyütmemeli
Bir de bakarım çıkar gelir yakında
Heybesinde tütünler, atında çifte dişengi
Antap taraflarından gelen bir mektup gibi
Herhalde henüz kalbi seslerle süslü
Herhalde gene bir kasabadan evli
Herhalde yağmuru yamçısındadır

Birlikte güzel günler yattık arada görüşürüz
Bir kaçakçı: Belki de doğadaki boşluğu dolduruyor.

Sunday, September 16, 2007

Ergin Günçe diyor ki:

GERİDE KALMIŞ BİR ÇOCUK İÇİN GAZEL

Anası boğmuş kendini bir ipek gömleğiyle
Çocuklar gibidir yüzünün bilmecesi
Avlunun bu erken saatinde

Abisi boynundan Ankara’da vurulmuş
Kardeşler gibidir yüzünün bilmecesi
Kuşların bu erken saatinde

Sanki ablası sorgularda delik deşik
Sıcak dar kanlı gece
Geride kalanlar gibidir bilmecesi

Teyzesi, Amcası, Halası deliriyor
Kar yağıyor, kar yağıyor yüzünün keçesine
Dutların bu erken saatinde

Babası tutuklu götürülmüş, mektup yazılmayan bir yere
Küfler gibidir yüzünün bilmecesi
Yağmurun bu erken saatinde

Kaç gündür Okula ve Oyuna inmemiş
Kalmış Dedeler ve Yengeler elinde
Yetimler gibidir yüzünün bilmecesi

Avlunun bu erken saatinde
Kaybolmuş dilsiz bir panayırda
Cüceler gibidir yüzünün bilmecesi

Gitaristi olup da katılamadığım konserinde "kurşunkalem"...
12 Mayıs, ODTÜ kırsalı...

Friday, September 14, 2007

Bu Tony Wilson değil, 24 Hour Party Poeple'da onu oynayan Steve Coogan. nedense içimden bu resmi koymak geldi. Tony Wilson 10 Ağustos 2007 tarihinde kalp krizinden öldü. Uzun süredir kanser tedavisi görmekteydi, çürümüş bir İngiliz sağlık sistemi tarafından ilaç paraları ödenmeyip kendisine eziyet edilmekteydi. Öldüğünde Manchester'da bayraklar yarıya indi, tabutuna kurucusu olduğu Factory Records'un son katalog numarası yazıldı (FAC 501). Wilson'un iki büyük macerası FActory Records ve Haçienda Clup idi. Müziği ve Manchester'ı daha eğlenceli, dah ayaratıcı ve aynı zamanda daha karamsar bir hale getirmeyi başardı. İzleyen ya da değiştiren olmaktansa, bizzat yaratan olma konumunda idi.



Durum çok açık: Joy Division, Durutti Column, New Order ve Happy Mondays için ona borçluyuz.

Ergin Günçe diyor ki:

GÜNLERDEN EYLÜL, AYLARDAN ERGİN GÜNÇE

Günlük şarabımız bir maşrapa içinde
Külde pişmiş patatesler ve eşsiz pilavzerde
Din kitaplarımız, putlarımız, telvelerimiz
Yeleği de köstekli bir amca kahvesinde

Suratı çilli günler, gölgesi uzun günler
İşte bir bağ bozumu, işte bir çıngıl üzüm
Gökyüzüne yaslanıp saatimi kuruyorum
Kimsecikler duymasın bir Tanrı bulduğumu

İstersem bu Duayı bir Çınara söylerim
Ben kendi başımdaki en önemli şapkayım
Islıkla her türlü marşı çalan bir Arap
Bazan bizim orada bir yokuştan iniyor

İşte durumlar böyle ey Kandil Simitleri
Bir değirmen bu günler kalbimi öğütürüm
Serentiler kurarım ömrümü kuruturum
Haritamda denizlerin yerleri değişiktir

Günlük peynirimizi bize veriyor
Kızarmış bayat ekmek, suda kaynamış pirinç
sen ne dersen de yeleği köstekli Kahve
Durup dururken Tanrımı seviyorum

Günlerden Eylül, aylardan Uzun Eşek
Bir Tabanca çıkarıp kendimi vuruyorum

Thursday, September 13, 2007

JOE ZAWINUL
(baba, müzik filan çok iyi de, o iki parmak bize ters bir hareket biliyon mu?)



Weather Report Joe Zawinul'un 70'lerdeki büyük zaferi idi.Bir grup hem Wayne Shorter'ı, Joe Zawinul'u, Dom Um Romao'yu, Airto Moreira'yı,Jaco Pastorius'u, Omar Hakim'i barındıracak bünyesinde, hem de bir all star band gibi değil de hakiki bir grup gibi çalacak, işte Weather Report'un kısa özeti...

Wednesday, September 12, 2007



Mel Ramos, güzel bir abi...Çalışmalarını ilk kez Darmstadt'ta bir sergide görmüştüm, biraz ayıpçıydılar...Ayıbı güzel yapabilen nadir yeteneklerden, hoş ve sempatik olduğunu da tahmin ettiğim bir abi...Mel Ramos...

Tuesday, September 11, 2007


---
Underneath your gaze I was found in
The haze I'm wandering around in
I am lost in the dark of my own room
And I can't see a thing but the fire in your eyes
---
efendim, aklını başına alan herkes bir Nazz plağı edinmeli.
Çocukluk ömrümüzün gidemediğimiz tek dönemi, biliyormusun.
o nedenle de en degerli dönemi...acıyla geçen 20'lerim, şaşkın 30 larim, tam da ortasında durduğum 40'larım...hem dönsem ne olacak, uzak gelmiyorlar ki bana..ama işte 5 yaşım, 6 yaşım öyle mi...çok sisli bir görüntüler yumağı...istemediklerim aklımda ve istdiklerim cağırsam da gelmiyor..boşluğa balonlarımı bırakmıştım altı yaşımdayken, ucup bulutlarin arasında kayboluşlarını izliyordum...nezaman tekrar karşılaşcağım onlarla acaba?

Friday, September 07, 2007

Doğum günüm bana geldiğin gündür...
Sevgili Cem,güzel oğlum, nice on yıllara....

Wednesday, September 05, 2007

Sometimes we'll sigh
sometimes we'll cry
but you'll know why
just you and I
know true love ways

Friday, August 24, 2007

sağda solda sessize çalan gizli rock grupları olduğuna inanıyorum. onları bulma şansım yok, ama varolduklarını bilmek beni rahatlatıyor. yıldızlara gitme şansım da yok, ama onlara bakmak da beni rahatlatıyor. 100 yıl içinde insanlık şu ana kadar yaşamadığı yeni bir deneyim yaşamak zorunda...yeni bir tür felaket, hastalık, bağımlılık, belki yeni bir ahlak, sanal seks, belki de androidler, uzaylılar, yani olması beklenen ve istenen ya da olmasındna korkulan bir şey. yoksa, pisliğin lavabo deliğini tıkadığı gibi felsefeyi, siyaseti ve sanatı tıkayan postmodernizm insanlığı akli felakete götürecek. birisinin de çıkıp mesela, ama işte ispatıyla falan, "antik çağa geri döndük,her şeye bitti demekten zalimce bir haz alan postmodernizm'de sonunda bitti" demesi gerekiyor. biliyorum, bitince bitecek, eğer zaman varsa, son da var. postmodernizm, zamanı bitiremedi, ya da bana öyle geliyor en azından.

Tuesday, August 21, 2007

devrim, olabilen bir şey mi? yani istenince yapılabiliyor mu? ya da koşullar oluşunca kendiliğinden mi oluyor? ihtiyaca binaen olan bir şey mi? devrim, mümkün mü? yeni bir insan, yeni bir toplum? yeni bir aşk bile ne kadar zor, farkında değil misin?

Friday, August 10, 2007

herşey kendi zıddını ve yanlışını içinde barındırır.
PEK YAKINDA BU SAYFADA...BELIEVE OR NOT !

Wednesday, August 08, 2007

hayatımdaki eksikleri su sızdıran delikler gibi görmüyorum artık ...hem zaten yağmur da yağmıyor.
Electric Eels...70'lerin başından, yani babanın oğlunu tanımadığı o karışık ortamlardan çıktılar.Terkedilmiş bir depoda çalmayı bilmeden saatlerce çalanlar gibi çaldılar. Punk'ı birkaç sene önceden "şşş şşş geliyor" şeklinde haber verdiler...mi? Sanmıyorum, ne onların geleceği bildirmek gibi bir misyonları vardı, ne de 60'ları ve 70'lerin ilk iki üç senesini kafası bulanık geçirmiş müzik dinleyicisinin "aaa galiba yeni ve süper bir müzikal hadise geliyor, üç seneye kalmaz olay Londra banliyölerinde patlar" diyecek halleri. Kendileri gibi free takılan birkaç Cleveland grubu ile yeni bir tarz yarattıkları kesindir. İngiltere'de patlayan punk gibi medyatik ve sosyoloji talebelerine yüksek lisans tezi olacak bir hadiseleri olmadı, ama müzikleri son derece merak uyandırıcı ve dinleyince de "iyiki dinlemişim be" dedirtici bir müziktir.

Friday, August 03, 2007

Her daim el üstünde tutulası bir grup olan (bilerek rock grubu demedim) Kraftwerk'den ayrılıp kendi yollarına giden Michael Rother ve Klaus Dinger'in güzel ötesi ekibi Neu! ve ilk albümlerinin kapağı...O yıllarda ( 70'lerin başı) Almanya'da ota çimene Neu! demek gibi bir acaib adet vardı, her tür ürün "yeni" liğini özellikle vurguluyordu. Bu beyefendiler de kendilerine Neu! dediler, ama hakikaten de çok çok iyi işler yaptılar, şu sıralar milletin ağzı açık dinlediği bazı grupların yapmak isteyip de yapamadığını 30 küsür yıl önce "işte budur" deyip plak formatında ortaya koydular. Alternatif müzik programı yaptığını iddia edip, bir türlü becerip de Neu! çalamayanlar var, kendilerine başka iş arasalar keşke. Bir de hiç duymamış olduklarından endişe ettiklerim var... durum hakikaten iyice üzüntü verici bir hal aldı. Ben tüm Neu! albümlerine sahibim efendim, siz derdinize yanın.

Wednesday, August 01, 2007

Evet, ilk albümümün kapağına bu resmi koyacağım. Tüm albümlerimin kapağına meyve sebze koyacağım, görsellikte Andy Warhol'u, soundda Velvet Underground'u taklit edeceğim. Hayatımı yaşayacağım, yediniz bitirdiniz beni ülennn...

Tuesday, July 31, 2007

Sevgili günlük, seçimlerden sonra bende oluşan hissiyat bu işte. Bu satırları kim okur, okuyup da ne düşünür hakkımda, bilemem. Evden işe otobüsle metroyla gidip gelen bir sıradan için sanırım gereğinden fazla beklentiye sahibim. Sevgili günlük, sen kime verdin oyunu lan? Anladım günlük, anladım, seninle de görüşeceğiz...

DURMAK YOK , YOLA DEVAM

Sunday, July 22, 2007

Sevgili Günlük...Seni de ihmal ettik, iç ses ile söylendiğini duyar gibiyim. Açıktan söylersen kafanı kırarım,beynini çıkarırım sen de biliyorsun ya...O nedenle efendi ol, gereksiz üzüntü yarattırma bana. Cennet yurdumda kollektif bir "doğruyu bulma "çabası var bugün, adına "genel seçim" diyorlar. Benim 1. Bölge Bağımsız Adayım Paul Weller, inşallah Mod Partisini de kurup barajı da aşacağız. Scooterların gücü adına...

Sunday, June 10, 2007

Kaleidoscope, 60 ların tartışmasız en kral gruplarından...dikkat ederseniz "en iyi" demiyorum "en kral" diyorum. Hem David Lindley gibi bir folk üstadı, hem de Solomon Feldhouse gibi Anadolu görmüş bir eleman olunca grupta, banjo, gitar, saz, ud hepsi birbirine giriyor doğal olarak. Bu karışım genellikle facia olur, nadiren de süper bişiy çıkar ortaya. İşte Kaleidoscope'un Side Trips ve A Beacon From Mars albümleri o süper bişiy in öteki adı. Üzerinde bir sürü aptal polemiğin döndüğü 60'larda başka hiç bir grupla kıyaslanamayacak gruplardan Kaleidoscope, alanında tek yani.İnanmayan gitsin Egyptian Garden'ı dinlesin.Dinlesin de inanmadığına, inançsızlığına utansın.

Saturday, June 09, 2007

Jean Michel Basquiat...kayıp ruh, sokak ressamı, graffitici,karalama üstadı...

Friday, May 25, 2007

Muddy Waters...baba...rock hala enerjisinin çoğu kısmını ondan alıyor...Geçen cumartesi bir mağazada en ucuz cd ler arasında Electric Mud'ı buldum, hemen aldım. Cream'den Pink Floyd'a, Led Zeppelin'e,Hendrix'e bir sürü ses o albümden feyz almış belli ki...Rock tarihi ile ilgili tek referans ver deseler (inşallah demezler) bu albüm gösterilebilir.Bu resmini sevdim babanın çok, bunu koydum Electric Mud'ı yapıldığı yılda düşünürken bir yandan...Milleti fena çarpmış olmalı...

Monday, April 30, 2007


Kaçalım Necdet, adam Zenci...

Saturday, April 28, 2007

işte bir sabah... uyandığında...genellikle iş işten geçmiş oluyor...

Friday, April 27, 2007

aralık 2005 listesi (bu kadar mı geç yazılır)

yenisini tez zamanda yapıp demode olmaktan kurtulma gayreti içerisindeyim...

Son dinlediğim albümler (aralık 2005):

xiu xiu-la foret
wolf parade- apologies to the queen marry
vashti bunyan-lookaftering
the subways- young for eternity
the organ-grab that gun
magic numbers- the magic numbers
the fiery furnaces-screw the riaa (ep)
brian jonestown massacre-take it form the man
brian jonestown massacre-stung out in heaven
the bravery-the bravery
the arcade fire-funeral
test icicles-for screening purposes only
sufjan stevens-illinois
laura veirs-carbon glacier
kings of convenience-quiet is the new loud
kaiser chiefs-employement
iron and wine-our endless numbered days
fiona apple-extraordinary machine
electrocute-troublesome bubblegum
eelctric eels-god says fuck you (Allah belanizi versin terbiyesiz adamlar)
elbow-leaders of hte free world
clor-clor
clap your hands and say yeah- clap your hands and say yeah
blood on the wall-awesomer
belle and sebastian-push barman...
arab strap-the last romance
arab strap-mad for sadness
animal collective-feels
Andrew bird-the misterious production
adult-d.u.m.e. (ep)

Monday, April 23, 2007

BAY CITY ROLLERS

Bakın, ben size verdiğim sözü tuttum, sizi unutmadım...Bu sözü soğuk,nefes alınmayacak kadar kirli bir havanyı soluduğumuz bir Ankara kışında Soysal handaki plakçıdan bir plağınızı alıp eve giderken vermisştim kendi kendime...Genellikle tutamayacağım sözler veririm, bu sefer öyle olmadı...
Araya ne acaip müzikler girdi, devran kaç kere döndü...O cızırtılı plaklarınızı hala saklarım...Artık sizi hem dinleyip hem alay eden o arkadaş grubu da kalmadı, herkes savrulup gitti bir yere, hacıdayı bile yok ortalarda.Bay City Rollers desem ya otel ismi ya da bilgisayar oyunu zannederler...Olur mu hiç, olur mu hiç...Dinlemeyenler, geçti artık oğlum, kaybettiniz...

Saturday, April 14, 2007

Bu italik yazılar bir blogdan alınma...24 -25 yaşlarında genç bir hanım kızımız, hollandada yaşıyor, iyi eğitim aldığını her iki yazısından birinde ısrarla vurguluyor..Blogunun adı
EINDHOVEN HAVADISLERI ...buyrun okuyun yazdığını:

Annem ayin 14undeki yuruyuse katilmak icin usenmeden Ankara'ya kadar gidecekmis. Sana cok gulmekle cok cok gulmek arasinda tereddut ediyorum dedim, aman sen ne anlarsin diye cevap verdi.Zaten annelerin demokrasi anlayisi da kendi konusma ozgurluklerinin kesilmemesinden (yani onlar azarlarken ama anne diye araya girmemekten) gecer, degil mi?Askerlerle rektorlerin basini cektigi, adini dogru durust koymaya bile korktuklari bir yuruyuse benim uc darbe gormus 'eski solcu' annem kosa kosa katiliyor, 'Cumhuriyetine' sahip cikmaya...Tam da eski komsunun dedigi gibi 'dun dundur, bugun bugundur' di mi annecim?
http://eindhovenhavadisleri.blogspot.com/2007/04/annem-ayin-14undeki-yuruyuse-katilmak.html#comments

böyle yazmış iyi eğitimli yurtdışında yaşayan bir hanım kızımız.
ben de diyorum ki:
1. 3 değil 4 askeri müdahale oldu, birisi arada kaynamış. Daha ondan bile haberiniz yok vah vah.Darbe "olmasın istemiyorum ben" deyince olmayan bir şey değil, tıpkı "aman olsun hemen olsun noolur olsun" deyince olan bir şey olmadığı gibi...karışık bir meseledir, Washington'da pişer bize düşer...
2. Kendizi çok önemsiyorsunuz, sizin yaşlarda normaldir zamanla azalır. Ama bu başkalarını önemsememeye de sebep oluyor.Annenizi bile.
3. Annenizin acılı bir kuşaktan geliyor sanırım, onun deneyimlerini ve tercihlerini ciddiye alsanız dalga geçeceğinize keşke.
4. Kalabalık ve sakin bir yürüyüştü. Darbe de olmadı akşam saatlerine kadar.

Ey insanlar, ayvayı yemek üzeresiniz, hala otun altında bok arıyorsunuz. Canım istemiyor ya da ben xyz ciyim diyip de gitmeyene canım kurban, ama millet tüm akıl fikir kurgusunu "katılmamak " yönünde yapmaya başladı yahu. Sokaklardan caddelerden önce akılları, duyguları ve vicdanları teslim alıyorlar, ötekiler kolay nasıl olsa.

Monday, April 02, 2007

Aksamustu…hayir, daha da gec olmali…gece 9 sulari… Kizilaydan yukari dogru yuruyorum, gencler ve yaslilar kalmis bir tek, gencler okuldan kurstan filan donuyor olmalilar evlerine…birkac cift gordum, vedalasiyorlar, birbirlerine sarilmislar, ayrilamiyorlar bir turlu…adini koyamadigim bir huzun havada…sanki savas cikmis ta kizlar askere ugurluyorlar donmeyecegini korka korka dusundukleri sevgililerini…nedendir bilinmez, bu savas duygusu sariverdi icimi, “ben yaslandim artik savaslara gitmek icin” dedim kendi kendime, “hem ne kaldi ki ugrunda savasacak” “koca bir dunyadan baska?” tabii ki biliyorum, gercekten bir savas olursa ortalikta, yasli genc kimseyi dinlemiyor, alip goturuyorlar…hem benimtecrubem de var, cocuklar gidiecegine ben gideyim daha iyi...

gunun birinde bir limandan ya da isli bir istasyondan tek basima savasa gidecegim duygusu birakmadi yakami bir turlu, savaslarin tamamen unutuldugu bir dunya istedim, su aksam ayazinda gordugum genc cocuklar biraz daha uzun sarilabilsinler diye birbirine..

--eski bir nemedya efsansesinden--
yapamam dediğim ne varsa
hepsine bir bir
alışıyorum

hergün kaybolsam bile
beni geriye götüren
saatlerle
yarışıyorum

elimde adresler var
küçücük kağıtlarda
dünden kalan
düşlerimde hepsine
bir bir
ulaşıyorum

d.

Friday, March 23, 2007

Sivas'ta bir köyde altın bulundu!!!
(hacıdayı, bak senin oralar)

Sunday, March 18, 2007


Titanic o uğursuz buzdağına çarpmadan az önce 2. kaptan Henry Wilde'ın kaptan Edward John Smith'in kulağına eğilerek şu soruyu sorduğu rivayet edilir:


"Kaptan, bu bizim yağımız değil mi?"

Sunday, March 11, 2007

KÜÇÜK NURİ'NİN ACI FERYADI:
U Z A Y L I L A R I Ş I N S I K T I G Ö Z Ü M E ! ! !
devamı s.5

Tuesday, February 27, 2007

nesli tükenmeye yüztutan nadide türlerden birisi : karakusunlar tilkisi.Köpeklerin arasın akarışıp kendisini insanlara kolayca sevdirir, gece onu yol kernarında görebilirsiniz sıklıkla...
günümüzde sayılarının 20 nin altında olduğu sanılıyor.
Annem hasta, hacıdayı...dün apar topar acile götürdük, safra kesesinde taş varmış...ameliyat dediler, yarın sabah kesip biçecekler...

Kendisi internete yabancı bir insandır, bu satırları da okumaz...iyileşsin isterim biran evvel, umarım bunu ifade edebilmişimdir...iyilikleri fazlasıyla hakeden bir insandır, oğuz atay'ın kaybetme kriterlerini çoğunu başarıyla yerine getirmiştir, gelişmemiş kör bir ülkede bilimadamı olmayı ve bilgi yaymayı denemiş ve bunu deneyen diğerleri gibi taşa çarpmıştır...pişman değildir...başını eğmemiştir...tez iyileşsindir...

Saturday, February 24, 2007

evet hacıdayı, kanımı aldılar, baktılar ve "hastasın" dediler...hiç inanmadım...yine şubat ortasında annemi ankara'da bırakıp almanya'ya gideceğim ve sana kot pantolon, camel sigara, güneş gözlüğü getireceğim.yine münih'i uçaktan göreceğim, frankfurt'a geldiğimde uyumuş olacağım...evet, hacıdayı, her şey yeniden başlayacak...

Sunday, February 11, 2007


MORRISSEY SEN BiZiM ....HERŞEYiMiZSiN ! ! !
Shynes is nice, and shyness can stop you from doing all the things in life you'd like to....ASK ME, ASK ME, ASK ME ASK ME, ASK ME, ASK ME Because if it's not Love Then it's the Bomb, the Bomb, the Bomb, the Bomb, the Bomb, the Bomb, the Bomb That will bring us together...Bunu o çok umutsuz 80'lerde "DRANNN" diye söyleyip mutsuz bir azınlığa "aaa, uzaktan da olsa hala sinyal geliyor" dedirtmişti...


Evet,evet, evet... Özorvizyon denilen ve küçükleri rockenroldan erken yaşta kurtarmaya adeta yemin etmiş senede bir yapılan süper organizasyona bu sene Birleşik Krallık adına Morrissey abi katılacakmış...Yürü be baba, kim tutar seni...

Saturday, February 10, 2007

uyumadan
bir haber beklerim
sabaha kadar

güneşin ilk ışıkları
uzaklarda zor duyulan
ıslak ezan sesleri

Thursday, February 08, 2007

Arıza herifin tekiydi, çevresine de kendine de yıkıcıydı...yine de iz bıraktı, bir figürden daha fazlası olarak kırık kalplerde yer aldı...programının adı havalı kendi içi boş bir "dj" onu anmak için programına eklemiş adını ama bilgi yoksunu fikir cahili olduğu için bir "my way" ya da bir "something else" çalmayı akıl edememiş...buralar çok uzak, layıkıyla adam anmayı bile beceremeyenlere radyolarda saat veriyorlar...yakında ineklere de program yaptırsalar yeridir...sulu tarım programı...
Yarım haftadan az fazlası bile çok iyi geldi...Evet, Amsterdam'da idim...Her türlü memleket havasının ve türbilansın dışına çıkıp...hele ki Van Gogh müzesindeki expresyonistlerle olan karşılaştırmalı sergi aklımı başımdan aldı...Vay babo, ne resimler öyle loy...Bir sürü Schiele, Jawlinski, Kirchner, Kokoschka, Klimt de görmek pek hoştu yahu...Amsterdam'a yerleşeceğim hacıdayı, karar verdim...sonra seni de aldırırım yanıma...

Sunday, January 28, 2007

...insan hayatta ne ister?sessiz bir evde jack brel inbir plagini dinlemek ister...hisirtili bir pikaptan,yalniz ve gun batarken...perdeleri cok oncedenkapatmis olmak ister...gunduz olmus gece olmus,farketmesin ister.. insan hayatta ne ister? savaslar olmasin ister,belkibir ay kadar issiz adada kalmak ister. sandalla gezmekister.yeni sarkilar yazmak ve eskileri kaydetmekister.kumsalda siseden ucuz sarap çekip filtresizbirinci tüttürmek ister.eksi elma ister, dalindan kopmus armut yemek ister.tarhana corbasi ister.savaslar varya cocuklarin öldügü, onlar olmasin ister.
kafasini goge kaldirdi mi,sadece bulutlari gorsun ister.
uzayip giden eski trenyolunda yurumek ister.Buharli trenin dudugunu duymak ister.simit atmak ister vapurdan martilara.soguk bir gunde sinemaya gitmek ister...
Kordonda bir aksamustu usumek ister...insan hakikaten bunlari mi ister hayattan...?

Thursday, January 25, 2007

hacıdayı, koca bir hafta ölümlerle geçti gitti...bizim çocuk ömrümüzün geçtiği gibi...hatırlarsın sen, baen uzak bazen yakın şehirlerden ölüm haberleri alırdık...tanıdık tanımadık yüzlerle isimler birbirine karışırdı...ölüm haberleri, bir anda gelir ve gündüzünü geeni ikiye bölüverir...hemen bir başkasına aktarıp yükten krutulmak istersin, ararsın, bulursun, söylersin...içinin sıkıntısı gitmez yine de...ertesi gün olsun istersin, sonra bir ertesi gün, bir hafta, bir ay, bir yıl ve ölü unutulur...acı azalır, hem aray başka ölüler girer...bir süre sonra belleğin ve düşlerin gece korkulmadan girilen bir hayaletler bahçesine benzemeye başlar... ölüler unutulur, ama işte bir özellikleri de, en olmadık zamanda akla gelivermeleridir...sigarandan bir nefes de onun için çekersin...

bana gelince hacıdayı, ben koca bir paketi ölüleri düşüne düşüne bitirebilirim...haluk u hatırladın mı, parasızlıktan ya da babasızlıktan okulu yarım bırakıp bir sinemada işe girmişti...rastlaşırdık antraktlarda, bize çok güzel haaytından memnun taklidi yapardı...her neyse, onun ölümünü de başka bir gece konuşalım...

Friday, January 19, 2007

evet işte hacıdayı , ocak ayının ikinci haftası bitiyor...yıllardır bu hafta zor geçer, cevapları bilmediğim bir konudan sınava girmiş gibi olurum...çakarım o sınavdan ve ikmali seneye aynı zamandadır, yine çakarım...uzun mu kısa mı bilemem ama 24 senedir o sınava girip duruyorum işte...bir iki kere hazırlanıp da girdim sandım ama , yine hüsran yine hüsran...

sarı sedat'ı son nerede gördüğümzü ben senden daha iyi hatırlarım istersen iddaya girelim...elimizde dürüm, içinde de yeşil soğan vardı, bak bunu bile hatırlıyorum...düşünsene hacıdayı, biz bir savaş filminde kurşunlara bakarken hayran hayran, sarı sedat başka bir yerinde kentin, o kurşunların benzerlerini ( belki de aynılarıdır) taa ciğerinde, ellerinde, kemiklerinde hissediyordu...o son nefesini verdiği takside bizi hatırlamış mıdır ki? zannetmem, bir yerden duyduğuma göre böyle anlarda insan çocukluğunu ve annesini düşünürmüş...

hep birden değil de tek tek tuzağa düşürüldük, bunu da hatırladın mı? bu aralar arayıp sormuyorsun, gerekçelerine hep hak versem de hasret bu işte, laftan anlamıyor...arama desem de arardın, gelme dediğim ne geceler çıkıp geldin...gitme dedim gittin ve şimdi ara diyorum, biliyorum ki aramayacaksın...olsun, beklerim...

Tuesday, January 16, 2007

Ergin Günçe -16 Ocak 1983
Esen sam yelidir ağustos kuşluklarında
Ne zaman geçse yüzün
Akdenizden, Akdenizden


Monday, January 15, 2007

gece de bitmek bilmedi hacıdayı..."yine yanlış hesapladın saatleri" deme bana gülerek, sen saat bile takmazdın ki...almanya'dan sana getirdiğim o ışıklı saati de birine vermiştin, hediyeydi o halbuki, benden sana bir anıydı...senden bana saat de kalmadı hacıdayı, bazen kitap aralarında sana ait olabilecek karalamalarla karşılaşıyorum, bir de o plastik makinelerle çekilmiş siyah beyaz fotoğraflar...ne yeri belli ne de zamanı, öyle de kötü resimler ki bunlar...tek sapı olan puma çantan birkaç ay bizde kalmıştı, ben yokken annem atmış, o zaman üzülmemiştim, çamaşırdan başka birşey yoktu ki içinde zaten...

son günlerde çok şık giyindiğini, kendini şekilden şekile soktuğunu duydum, pek sevindim...kimden mi? o da bende saklı kalsın...yarın biliyorsun ne, işte hatırla, maltepeden cebeciye o acaip havada, yaktığımız sigaraları bitirmeden fırlatıp atıyoruz...sonra ben eve gittim, acı kalabalıkla yüzleşmeye, sen sanırım birilerine gidecektin...sen daha acı kalabalıklara çarpa çarpa geldiğin için, büyük ihtimalle benim acemiliğime bir mana veremiyordun...

görüşürüz hacıdayı, sen de sor yokla arada bir, şehirler uzak olsa da, isimler yakın biliyorsun...

Saturday, January 13, 2007


Cumartesi durgunluğu, uyudum uyandım...belediye semte girişi deşeli beri hareket az, giderek de azalıyor, belki de tüm bunlar kentten ayrılmak için işaretler...


sadece pazarları uçan bir pilot olmak isterdim...bir C-47 satılıkmış, "alalım" dedim, kabul etmedi...


güneşli havalarda göğe bakıp "ne sortiler akaçırdım " diyorum, oysa görev bilinci tam olan bir pilot her havad uçmalı...maksat insanları birbirine kavuşturmak ise bundan kutsal vazife ne olabilir...ya ayırmaksa peki, işte gördün mü daha havalanmadan lanetlendin...
c 47 yerde böyle görünür, ormanda 10 kapln gücündedir...


Friday, January 12, 2007

evet hacıdayı, hiç bir zaman bilemeyeceğin müzikler dinliyorum...bilmemeyi de hiç bir zaman derd etmeyeceğin...

iki tarafında hat boyu kavaklar olan o istasyonda neyi bekliyorduk ki biz seninle? bak hemen hatırladın, ne kadar da sessiz bir istasyondu, saatler olmuş ve bir tren bile yok, bir posta treni bir yük katarı...o ıssız yerde bile bir adam bulduydun ya sen, tanıdın zannedip...sonra da girişimin boş çıkınca "herkes herkesi biraz tanır aslında " diye bir anlamsız laf yumurtlamıştın. nereden tanısın be herkes birbirini, ama işte o zamanlar biz ikimiz birbirimizi tanırız zannederdik...hep birşeyleri zanneder dururduk...o yüzelli yıl yaşamak isteyen üvey deden gibi mesela, o da bunun mümkün olduğunu zannediyordu, hazırladğı garip karışımlarla neredeyse başaracaktı da...

o sıcak günü istasyonda tüket ve bir köhne köy minibüsü ile git gideceğin yere...işte bizim kısa özetimiz, beklediğimiz başka, seçtiğimiz başka, vardığımız ise tamamen alakasız oldu hacıdayı...
ben yorulduğumda sen de anlatacak mısın birşeyler?

Wednesday, January 10, 2007

iyiyim hacıdayı, sağol...buralarda da hava soğudu...baksana ne geldi aklıma geçen gece...bilal e kızdırmak için piç bilal derlerdi ya, hani okulun helasında sigara içerken pencereye tırmanmış, soakaktan geçenlere doğru "ibnelerrrr" diye bağırmıştı...muhakkak hatırlamışsındır...bakanlar oldu bu gürültüye... sonra da bize doğru sırıtıp "gelin bakın lan, ne de çok ibne varmış" dediydi...sonra orada olan birileri ona piç bilal demeye başladı...ne kadar da çok piç vardı etrafta o günlerde, sonra sayıları yavaş yavaş azaldı..piç bilal, piç haluk, piç asım...piç olmak da deli olmak gibi bir garip rütbe idi sanki...

sana unuttuğun herkesi bir bir hatırlatacağım hacıdayı, sen de bana hatırlat...

Monday, January 08, 2007

bir arkadaşın oğlu gitarist olmuş, ingilterede, dinlediği de çaldığı da pek uygunmuş öğrendim...
hem de daha 13 yaşında...hacıdayı,sahi siz bilalle tekel deposunu soyup çamlıkta rakı içtiğinizde kaç yaşındaydın sen? ya abini ankarada vurduklarında? hiç ağlamamıştın değil mi? olan biteni bile anlamamıştın, insan tanımadığı, davalısı olmadığı birini niye vururdu ki? cenazeden sonra bir adam sana "yeğenim, daha bilmediğin ne pusular var" demiş miydi dememiş miydi...hadi söyle bakalım şimdi...

ama ya o sarıyı filan ayartıp kahvede çaya konyak katmalar...çok terbiyesizdiniz hepiniz, işte zaman hepinizin hakkından geldi...karnesi kırıklarla dolu olup da kendini trenin altın atan çocuğu hatırladın mı hacıdayı, bak bildin sen onu, Kadir di adı...oo sen uyumuşsun bile çoktan, ben de duvara koltuğa konuşuyorum...
evet toplantı bitti eve geldim...onca şair yazar olsun bir mekanda, içki de içilsin, hiç arıza çıkmasın...bir acaiplik var, daha doğrusu acaipliği belleyip normale şaşırır olmuşuz.

Tutunamayanlar'ı okumaya yeniden başladım, yarım okumalarımı saymazsak ikincisi olacak bu herhalde...ilk yarımlardan birisi ortaokuldaykendi..daha ne hacıdayı, ne pala, ne bilal, ne şimşir ahmet ve sarı sedat vardı, 3-5 çocuk sadece mahalleden...yeraltında ucuza tutulmuş bir ev, uzak bir ülkede telefon bile edemeyen bir baba, sürekli birilerinin dertlerine çare olmaya çalışan bir anne...o zamanlar da yalnızdım ama farkında değildim...babama karşı tam ne hissettiğimi de hatırlmıyorum şimdi, özlediğimi ya belli etmiyor ya da zihnin eldeğmez köşelerine fırlatıyordum...şimdilerde buralarda olmayan anneannem sebepsiz ağlamalarımı ya da susup odama kapanmalarımı hep böyle yorumlardı:" babasını özledi, söyleyemiyor...

işte şimdi söylüyorum...duyan var mı ki acaba?

gece sakin, bu gece de hükümet darbesi olmayacak, anlaşıldı...

Saturday, January 06, 2007

hacıdayı, dinlerdik bunları bak plaktan kasetten, hem sen nereden öğrenmiştin fransızcayı, bir vakit işçi yazılmıştın grundig'e, ama o almanya'da değil miydi? demek ki bilmediğimiz çok şey var hala senin hakkında...sen de zahmet edip anlatmayınca havada kalıyor...

hacıdayı bak, bu şarkıyı sen uzaktan duy diye koyuyorum buraya, yani işte bugün mesela radyoyu karıştırırken bu çalsın, sen de anla benim istek yaptığımı, zaten bunu da anlamazsan ayıp ama artık...tabi bilemiyorum hangi kanalları çekiyor radyo orda, ama trt-1 kesin varır, biliyorsun trt-1 in ulaşamadığı yer kalmadı kainatta...yurttan sesler...

Je vous parle d'un temps
Que les moins de vingt ans
Ne peuvent pas connaître
Montmartre en ce temps-là
Accrochait ses lilas
Jusque sous nos fenêtres
Et si l'humble garni
Qui nous servait de nid
Ne payait pas de mine
C'est là qu'on s'est connu
Moi qui criait famine
Et toi qui posais nue
La bohème, la bohème
Ça voulait dire on est heureux
La bohème, la bohème
Nous ne mangions qu'un jour sur deux

kalbi buralara kırık bir adam yazmış söylemiş bunu, adını unuttum sen biliyorsundur nasıl olsa...hem kalp kırık olduktan sonra adın ne önemi kalır...bohem deyince hacıdayı, incesuda o çatıkatında ne kadar ucuz yaşardık kendi sefaletimizi...kimseye karışmadan ve yine kimseye belli etmeden,hatta kimseye zarar da vermeden...sahi birden aklım ageldi, pala'dan haber alıyor musun hiç?

Friday, January 05, 2007

bunu yazanı bulamadım, "benim " der çıkarsa ortaya börek ve çay ısmarlarım iki sokak aşağıda...özellikle tanımadığım insanlara ayıp etmek istemem...


gemiler


düz bir yazıdan arta kalmış
güz zamanların gemileri geçer ellerimden
içimde bindokuzyüzdoksandört akşamları
uzaklarda bir noktaya bakıp iç geçirmekve gemiler,
sonradan jilet olacaklarından habersiz
bileklerimi keser uzayan avuçiçi yalnızlıklarımda
ve sen bütün bunlardan habersiz
geçen gemilere el sallarsın
kayıp şehirler atlasında
saçlarını bırakırsın rüzgara
-bu şiirden beklenilen şeydir-
uzun zaman öncesini düşünürsün
çok eskiden kalan bir yüzük başparmağında.
eski kitaplarını satmak zorunda kalan
altı çizilmiş cümlelerden dolayı suçlu
ve istemeden parayı cebine koyan öğrencinin
hüznü gözlerimde;biliyorum bu mısraların nereye gideceğini
özledim demek istiyorum ama demeyeceğim
ilk şiirini yazan şairler gibi.
düğün fotoğraflarında annesinin gelinliğine sarılmış
bir oğlan düşünün onyedi yaşında
tuhaf ama ne tuhaf bakışlarınızı
kaldırın şiirimden
uzaktan geçen gemilere bakın
ben oraya bakıyorum çünkü şimdi...

Thursday, January 04, 2007

Akşam...daha sakinim...çok daha sakinim...geçen yıllar bana cinlerimi kontrol etmesini öğretti...bu arada, kadınlardan öğrendiğim çok önemli birşey, "canın sıkkınsa git alışveriş yap para harca ya da saçını yaptır"...saçım yok yaptıramam, zaten olsa da nesini yaptıracağım, varken de (all these years ago) pek ellemezdim ya,mevzu bu değildi, nerde kalmıştık? evet, alışveriş, para harcamak, sıfırı tüketmek, limitleri zorlamak...kesinlikle işe yarıyor hacıdayı, bir şey almadım bugün ama gidip gitarcı falan dolaştım, en pahalı şeylerin fiyatını sordum inadına, ve onları almaya karar verdim, almak istedim...evet işte, sayın kadınlar, bu olayda haklısınız...

işte bu günün kısa hikayesi , hacıdayı...sen düşünür müydün ben gidip bir gün G-K, SWR, Trace Elliot bas anfisi alacağım sırf evde çalayım diye...yine de düşünme, oralara gelemedik daha ama yolumuz gidişimiz belli, bak hacıdayı sen demiştin ya gittiğimiz o düğünde 86 senesindeydi galiba, "iyi alet gerekmez iyi müzik için ama iyi kafa iyi kalp muhakkak şart" diye...eh be, böyle şekillli laflar atarsın ortaya bilip bilmeden, ne demek bu şimdi gel de açıkla bakalım...illa ki o eski sonakord anfilerin dip sesinde mi saklanalım hacıdayı, ekolar içinde bir cızırtı mı olalım...senin işin iş tabi, kimbilir kimlerle çalmadasın söylemedesin...
umarım gelip geçici birşeydir, son derece boktan bir gün yaşıyorum...evde herşey patladı sanki bir süredir yük fazla geliyordu,kime söylesem burun kıvırıyor, "yağmur yağacak" diyorum dinletemiyorum, hasta olduğunu ancak ölünce kabul ettiren adam gibiyim...muhakkak ölmek, dönülmez noktaya gelmek mi lazım, dönülmezin kıyısından döndüm bir kere ama zor oldu, gidiyorduk okkanın altına hep beraber...

Bu sabah ilk kez bilerek isteyerek Cem'i servisine bindirmedim,ceza veriyorum ona...Bu gidişle çok kötü bir iletişim gelişlecek aramızda...
ama işte iyi değil küslüğe yabancılığa, sevgisizliğe gidecek bu yol..."ilgilenme bir süre" dediler bana, ben böyle yapamam ki...kabul edemiyorum, çocuğum başarılı olsun istiyorum, dışarıdaki yarış çok acımasız, ben çevremdekilerin duyarsızlıklarının da büyük yardımıyla erken yarış dışı kaldım, sürünüyorum...3 kuruş para için haketmediğim ve istemediğim işleir yapıp duruyorum...onca eğitim ve birikim sadece sabahları metroda kitap okumaya yarıyor...uzun sürmez umarım, birşeyler yolunda gitmiyor...

Wednesday, January 03, 2007

Cem ile ilgili kabullenemediğim şeyler var, ders çalışmak istemiyor ve beni delirtiyor...Dalga geçme yaşı gelmedi daha...Bugün karar verdim ve "hiç ilgilenmeyeceğim bundan sonra" dedim, bunun ne demek olduğunu (bu lafın e kadar tatsız sonuçları olacağını yani ) hep birlikte göreceğiz. Keşke yakıp yıkmadan da ciddiye alınan bri adam olsam...Çocukken de birisini hırpalamadan sözümü dinletemezdim, oysa söylediklerim ve istediklerim genellikle makul şeylerdi...
Böyle giderse ikisi de beni kaybedecekler, birisi anlatsa ya...çekip gideceğim, çocuk bir amaç olmaktan çıkarsa yeni bir amaç bulmak olanaksız...

Tuesday, January 02, 2007

Yeni yıldan beklediklerim de eskilerinden farklı değil...Sevdiklerim arıza çıkartmasın, her anlamda, bir de, bol müzikli bir yıl olsun, kafamdakilerin bir kısmını en azından notaya dökebileyim...Gitarlarım çalsın, anfilerim gümbürdesin,2 yıldır boş duran küçük stüdyom müziksever dostlarla dolup taşsın, biraların benden olduğu unutulmasın...mixer ayarları ile lütfen oynanmasın (kızabilirim), şimdilik hepsi bu, çekilebilirsiniz...