Sunday, January 28, 2007

...insan hayatta ne ister?sessiz bir evde jack brel inbir plagini dinlemek ister...hisirtili bir pikaptan,yalniz ve gun batarken...perdeleri cok oncedenkapatmis olmak ister...gunduz olmus gece olmus,farketmesin ister.. insan hayatta ne ister? savaslar olmasin ister,belkibir ay kadar issiz adada kalmak ister. sandalla gezmekister.yeni sarkilar yazmak ve eskileri kaydetmekister.kumsalda siseden ucuz sarap çekip filtresizbirinci tüttürmek ister.eksi elma ister, dalindan kopmus armut yemek ister.tarhana corbasi ister.savaslar varya cocuklarin öldügü, onlar olmasin ister.
kafasini goge kaldirdi mi,sadece bulutlari gorsun ister.
uzayip giden eski trenyolunda yurumek ister.Buharli trenin dudugunu duymak ister.simit atmak ister vapurdan martilara.soguk bir gunde sinemaya gitmek ister...
Kordonda bir aksamustu usumek ister...insan hakikaten bunlari mi ister hayattan...?

Thursday, January 25, 2007

hacıdayı, koca bir hafta ölümlerle geçti gitti...bizim çocuk ömrümüzün geçtiği gibi...hatırlarsın sen, baen uzak bazen yakın şehirlerden ölüm haberleri alırdık...tanıdık tanımadık yüzlerle isimler birbirine karışırdı...ölüm haberleri, bir anda gelir ve gündüzünü geeni ikiye bölüverir...hemen bir başkasına aktarıp yükten krutulmak istersin, ararsın, bulursun, söylersin...içinin sıkıntısı gitmez yine de...ertesi gün olsun istersin, sonra bir ertesi gün, bir hafta, bir ay, bir yıl ve ölü unutulur...acı azalır, hem aray başka ölüler girer...bir süre sonra belleğin ve düşlerin gece korkulmadan girilen bir hayaletler bahçesine benzemeye başlar... ölüler unutulur, ama işte bir özellikleri de, en olmadık zamanda akla gelivermeleridir...sigarandan bir nefes de onun için çekersin...

bana gelince hacıdayı, ben koca bir paketi ölüleri düşüne düşüne bitirebilirim...haluk u hatırladın mı, parasızlıktan ya da babasızlıktan okulu yarım bırakıp bir sinemada işe girmişti...rastlaşırdık antraktlarda, bize çok güzel haaytından memnun taklidi yapardı...her neyse, onun ölümünü de başka bir gece konuşalım...

Friday, January 19, 2007

evet işte hacıdayı , ocak ayının ikinci haftası bitiyor...yıllardır bu hafta zor geçer, cevapları bilmediğim bir konudan sınava girmiş gibi olurum...çakarım o sınavdan ve ikmali seneye aynı zamandadır, yine çakarım...uzun mu kısa mı bilemem ama 24 senedir o sınava girip duruyorum işte...bir iki kere hazırlanıp da girdim sandım ama , yine hüsran yine hüsran...

sarı sedat'ı son nerede gördüğümzü ben senden daha iyi hatırlarım istersen iddaya girelim...elimizde dürüm, içinde de yeşil soğan vardı, bak bunu bile hatırlıyorum...düşünsene hacıdayı, biz bir savaş filminde kurşunlara bakarken hayran hayran, sarı sedat başka bir yerinde kentin, o kurşunların benzerlerini ( belki de aynılarıdır) taa ciğerinde, ellerinde, kemiklerinde hissediyordu...o son nefesini verdiği takside bizi hatırlamış mıdır ki? zannetmem, bir yerden duyduğuma göre böyle anlarda insan çocukluğunu ve annesini düşünürmüş...

hep birden değil de tek tek tuzağa düşürüldük, bunu da hatırladın mı? bu aralar arayıp sormuyorsun, gerekçelerine hep hak versem de hasret bu işte, laftan anlamıyor...arama desem de arardın, gelme dediğim ne geceler çıkıp geldin...gitme dedim gittin ve şimdi ara diyorum, biliyorum ki aramayacaksın...olsun, beklerim...

Tuesday, January 16, 2007

Ergin Günçe -16 Ocak 1983
Esen sam yelidir ağustos kuşluklarında
Ne zaman geçse yüzün
Akdenizden, Akdenizden


Monday, January 15, 2007

gece de bitmek bilmedi hacıdayı..."yine yanlış hesapladın saatleri" deme bana gülerek, sen saat bile takmazdın ki...almanya'dan sana getirdiğim o ışıklı saati de birine vermiştin, hediyeydi o halbuki, benden sana bir anıydı...senden bana saat de kalmadı hacıdayı, bazen kitap aralarında sana ait olabilecek karalamalarla karşılaşıyorum, bir de o plastik makinelerle çekilmiş siyah beyaz fotoğraflar...ne yeri belli ne de zamanı, öyle de kötü resimler ki bunlar...tek sapı olan puma çantan birkaç ay bizde kalmıştı, ben yokken annem atmış, o zaman üzülmemiştim, çamaşırdan başka birşey yoktu ki içinde zaten...

son günlerde çok şık giyindiğini, kendini şekilden şekile soktuğunu duydum, pek sevindim...kimden mi? o da bende saklı kalsın...yarın biliyorsun ne, işte hatırla, maltepeden cebeciye o acaip havada, yaktığımız sigaraları bitirmeden fırlatıp atıyoruz...sonra ben eve gittim, acı kalabalıkla yüzleşmeye, sen sanırım birilerine gidecektin...sen daha acı kalabalıklara çarpa çarpa geldiğin için, büyük ihtimalle benim acemiliğime bir mana veremiyordun...

görüşürüz hacıdayı, sen de sor yokla arada bir, şehirler uzak olsa da, isimler yakın biliyorsun...

Saturday, January 13, 2007


Cumartesi durgunluğu, uyudum uyandım...belediye semte girişi deşeli beri hareket az, giderek de azalıyor, belki de tüm bunlar kentten ayrılmak için işaretler...


sadece pazarları uçan bir pilot olmak isterdim...bir C-47 satılıkmış, "alalım" dedim, kabul etmedi...


güneşli havalarda göğe bakıp "ne sortiler akaçırdım " diyorum, oysa görev bilinci tam olan bir pilot her havad uçmalı...maksat insanları birbirine kavuşturmak ise bundan kutsal vazife ne olabilir...ya ayırmaksa peki, işte gördün mü daha havalanmadan lanetlendin...
c 47 yerde böyle görünür, ormanda 10 kapln gücündedir...


Friday, January 12, 2007

evet hacıdayı, hiç bir zaman bilemeyeceğin müzikler dinliyorum...bilmemeyi de hiç bir zaman derd etmeyeceğin...

iki tarafında hat boyu kavaklar olan o istasyonda neyi bekliyorduk ki biz seninle? bak hemen hatırladın, ne kadar da sessiz bir istasyondu, saatler olmuş ve bir tren bile yok, bir posta treni bir yük katarı...o ıssız yerde bile bir adam bulduydun ya sen, tanıdın zannedip...sonra da girişimin boş çıkınca "herkes herkesi biraz tanır aslında " diye bir anlamsız laf yumurtlamıştın. nereden tanısın be herkes birbirini, ama işte o zamanlar biz ikimiz birbirimizi tanırız zannederdik...hep birşeyleri zanneder dururduk...o yüzelli yıl yaşamak isteyen üvey deden gibi mesela, o da bunun mümkün olduğunu zannediyordu, hazırladğı garip karışımlarla neredeyse başaracaktı da...

o sıcak günü istasyonda tüket ve bir köhne köy minibüsü ile git gideceğin yere...işte bizim kısa özetimiz, beklediğimiz başka, seçtiğimiz başka, vardığımız ise tamamen alakasız oldu hacıdayı...
ben yorulduğumda sen de anlatacak mısın birşeyler?

Wednesday, January 10, 2007

iyiyim hacıdayı, sağol...buralarda da hava soğudu...baksana ne geldi aklıma geçen gece...bilal e kızdırmak için piç bilal derlerdi ya, hani okulun helasında sigara içerken pencereye tırmanmış, soakaktan geçenlere doğru "ibnelerrrr" diye bağırmıştı...muhakkak hatırlamışsındır...bakanlar oldu bu gürültüye... sonra da bize doğru sırıtıp "gelin bakın lan, ne de çok ibne varmış" dediydi...sonra orada olan birileri ona piç bilal demeye başladı...ne kadar da çok piç vardı etrafta o günlerde, sonra sayıları yavaş yavaş azaldı..piç bilal, piç haluk, piç asım...piç olmak da deli olmak gibi bir garip rütbe idi sanki...

sana unuttuğun herkesi bir bir hatırlatacağım hacıdayı, sen de bana hatırlat...

Monday, January 08, 2007

bir arkadaşın oğlu gitarist olmuş, ingilterede, dinlediği de çaldığı da pek uygunmuş öğrendim...
hem de daha 13 yaşında...hacıdayı,sahi siz bilalle tekel deposunu soyup çamlıkta rakı içtiğinizde kaç yaşındaydın sen? ya abini ankarada vurduklarında? hiç ağlamamıştın değil mi? olan biteni bile anlamamıştın, insan tanımadığı, davalısı olmadığı birini niye vururdu ki? cenazeden sonra bir adam sana "yeğenim, daha bilmediğin ne pusular var" demiş miydi dememiş miydi...hadi söyle bakalım şimdi...

ama ya o sarıyı filan ayartıp kahvede çaya konyak katmalar...çok terbiyesizdiniz hepiniz, işte zaman hepinizin hakkından geldi...karnesi kırıklarla dolu olup da kendini trenin altın atan çocuğu hatırladın mı hacıdayı, bak bildin sen onu, Kadir di adı...oo sen uyumuşsun bile çoktan, ben de duvara koltuğa konuşuyorum...
evet toplantı bitti eve geldim...onca şair yazar olsun bir mekanda, içki de içilsin, hiç arıza çıkmasın...bir acaiplik var, daha doğrusu acaipliği belleyip normale şaşırır olmuşuz.

Tutunamayanlar'ı okumaya yeniden başladım, yarım okumalarımı saymazsak ikincisi olacak bu herhalde...ilk yarımlardan birisi ortaokuldaykendi..daha ne hacıdayı, ne pala, ne bilal, ne şimşir ahmet ve sarı sedat vardı, 3-5 çocuk sadece mahalleden...yeraltında ucuza tutulmuş bir ev, uzak bir ülkede telefon bile edemeyen bir baba, sürekli birilerinin dertlerine çare olmaya çalışan bir anne...o zamanlar da yalnızdım ama farkında değildim...babama karşı tam ne hissettiğimi de hatırlmıyorum şimdi, özlediğimi ya belli etmiyor ya da zihnin eldeğmez köşelerine fırlatıyordum...şimdilerde buralarda olmayan anneannem sebepsiz ağlamalarımı ya da susup odama kapanmalarımı hep böyle yorumlardı:" babasını özledi, söyleyemiyor...

işte şimdi söylüyorum...duyan var mı ki acaba?

gece sakin, bu gece de hükümet darbesi olmayacak, anlaşıldı...

Saturday, January 06, 2007

hacıdayı, dinlerdik bunları bak plaktan kasetten, hem sen nereden öğrenmiştin fransızcayı, bir vakit işçi yazılmıştın grundig'e, ama o almanya'da değil miydi? demek ki bilmediğimiz çok şey var hala senin hakkında...sen de zahmet edip anlatmayınca havada kalıyor...

hacıdayı bak, bu şarkıyı sen uzaktan duy diye koyuyorum buraya, yani işte bugün mesela radyoyu karıştırırken bu çalsın, sen de anla benim istek yaptığımı, zaten bunu da anlamazsan ayıp ama artık...tabi bilemiyorum hangi kanalları çekiyor radyo orda, ama trt-1 kesin varır, biliyorsun trt-1 in ulaşamadığı yer kalmadı kainatta...yurttan sesler...

Je vous parle d'un temps
Que les moins de vingt ans
Ne peuvent pas connaître
Montmartre en ce temps-là
Accrochait ses lilas
Jusque sous nos fenêtres
Et si l'humble garni
Qui nous servait de nid
Ne payait pas de mine
C'est là qu'on s'est connu
Moi qui criait famine
Et toi qui posais nue
La bohème, la bohème
Ça voulait dire on est heureux
La bohème, la bohème
Nous ne mangions qu'un jour sur deux

kalbi buralara kırık bir adam yazmış söylemiş bunu, adını unuttum sen biliyorsundur nasıl olsa...hem kalp kırık olduktan sonra adın ne önemi kalır...bohem deyince hacıdayı, incesuda o çatıkatında ne kadar ucuz yaşardık kendi sefaletimizi...kimseye karışmadan ve yine kimseye belli etmeden,hatta kimseye zarar da vermeden...sahi birden aklım ageldi, pala'dan haber alıyor musun hiç?

Friday, January 05, 2007

bunu yazanı bulamadım, "benim " der çıkarsa ortaya börek ve çay ısmarlarım iki sokak aşağıda...özellikle tanımadığım insanlara ayıp etmek istemem...


gemiler


düz bir yazıdan arta kalmış
güz zamanların gemileri geçer ellerimden
içimde bindokuzyüzdoksandört akşamları
uzaklarda bir noktaya bakıp iç geçirmekve gemiler,
sonradan jilet olacaklarından habersiz
bileklerimi keser uzayan avuçiçi yalnızlıklarımda
ve sen bütün bunlardan habersiz
geçen gemilere el sallarsın
kayıp şehirler atlasında
saçlarını bırakırsın rüzgara
-bu şiirden beklenilen şeydir-
uzun zaman öncesini düşünürsün
çok eskiden kalan bir yüzük başparmağında.
eski kitaplarını satmak zorunda kalan
altı çizilmiş cümlelerden dolayı suçlu
ve istemeden parayı cebine koyan öğrencinin
hüznü gözlerimde;biliyorum bu mısraların nereye gideceğini
özledim demek istiyorum ama demeyeceğim
ilk şiirini yazan şairler gibi.
düğün fotoğraflarında annesinin gelinliğine sarılmış
bir oğlan düşünün onyedi yaşında
tuhaf ama ne tuhaf bakışlarınızı
kaldırın şiirimden
uzaktan geçen gemilere bakın
ben oraya bakıyorum çünkü şimdi...

Thursday, January 04, 2007

Akşam...daha sakinim...çok daha sakinim...geçen yıllar bana cinlerimi kontrol etmesini öğretti...bu arada, kadınlardan öğrendiğim çok önemli birşey, "canın sıkkınsa git alışveriş yap para harca ya da saçını yaptır"...saçım yok yaptıramam, zaten olsa da nesini yaptıracağım, varken de (all these years ago) pek ellemezdim ya,mevzu bu değildi, nerde kalmıştık? evet, alışveriş, para harcamak, sıfırı tüketmek, limitleri zorlamak...kesinlikle işe yarıyor hacıdayı, bir şey almadım bugün ama gidip gitarcı falan dolaştım, en pahalı şeylerin fiyatını sordum inadına, ve onları almaya karar verdim, almak istedim...evet işte, sayın kadınlar, bu olayda haklısınız...

işte bu günün kısa hikayesi , hacıdayı...sen düşünür müydün ben gidip bir gün G-K, SWR, Trace Elliot bas anfisi alacağım sırf evde çalayım diye...yine de düşünme, oralara gelemedik daha ama yolumuz gidişimiz belli, bak hacıdayı sen demiştin ya gittiğimiz o düğünde 86 senesindeydi galiba, "iyi alet gerekmez iyi müzik için ama iyi kafa iyi kalp muhakkak şart" diye...eh be, böyle şekillli laflar atarsın ortaya bilip bilmeden, ne demek bu şimdi gel de açıkla bakalım...illa ki o eski sonakord anfilerin dip sesinde mi saklanalım hacıdayı, ekolar içinde bir cızırtı mı olalım...senin işin iş tabi, kimbilir kimlerle çalmadasın söylemedesin...
umarım gelip geçici birşeydir, son derece boktan bir gün yaşıyorum...evde herşey patladı sanki bir süredir yük fazla geliyordu,kime söylesem burun kıvırıyor, "yağmur yağacak" diyorum dinletemiyorum, hasta olduğunu ancak ölünce kabul ettiren adam gibiyim...muhakkak ölmek, dönülmez noktaya gelmek mi lazım, dönülmezin kıyısından döndüm bir kere ama zor oldu, gidiyorduk okkanın altına hep beraber...

Bu sabah ilk kez bilerek isteyerek Cem'i servisine bindirmedim,ceza veriyorum ona...Bu gidişle çok kötü bir iletişim gelişlecek aramızda...
ama işte iyi değil küslüğe yabancılığa, sevgisizliğe gidecek bu yol..."ilgilenme bir süre" dediler bana, ben böyle yapamam ki...kabul edemiyorum, çocuğum başarılı olsun istiyorum, dışarıdaki yarış çok acımasız, ben çevremdekilerin duyarsızlıklarının da büyük yardımıyla erken yarış dışı kaldım, sürünüyorum...3 kuruş para için haketmediğim ve istemediğim işleir yapıp duruyorum...onca eğitim ve birikim sadece sabahları metroda kitap okumaya yarıyor...uzun sürmez umarım, birşeyler yolunda gitmiyor...

Wednesday, January 03, 2007

Cem ile ilgili kabullenemediğim şeyler var, ders çalışmak istemiyor ve beni delirtiyor...Dalga geçme yaşı gelmedi daha...Bugün karar verdim ve "hiç ilgilenmeyeceğim bundan sonra" dedim, bunun ne demek olduğunu (bu lafın e kadar tatsız sonuçları olacağını yani ) hep birlikte göreceğiz. Keşke yakıp yıkmadan da ciddiye alınan bri adam olsam...Çocukken de birisini hırpalamadan sözümü dinletemezdim, oysa söylediklerim ve istediklerim genellikle makul şeylerdi...
Böyle giderse ikisi de beni kaybedecekler, birisi anlatsa ya...çekip gideceğim, çocuk bir amaç olmaktan çıkarsa yeni bir amaç bulmak olanaksız...

Tuesday, January 02, 2007

Yeni yıldan beklediklerim de eskilerinden farklı değil...Sevdiklerim arıza çıkartmasın, her anlamda, bir de, bol müzikli bir yıl olsun, kafamdakilerin bir kısmını en azından notaya dökebileyim...Gitarlarım çalsın, anfilerim gümbürdesin,2 yıldır boş duran küçük stüdyom müziksever dostlarla dolup taşsın, biraların benden olduğu unutulmasın...mixer ayarları ile lütfen oynanmasın (kızabilirim), şimdilik hepsi bu, çekilebilirsiniz...