Thursday, February 28, 2008

HAL ve GİDİŞ: SIFIR !

Her okul bir haylazlar okulu, her sınıf bir hababam sınıfıdır. Anılarda öyle anlatılır. Sınıflar çalışkanlarıyla değil, yaramazlarıyla, yaramazlıklarıyla anılırlar. Çalışkana gülünmez çünkü, yaramaza, yaptığına , hocaya verdiği cevaba gülünür. Haluk Reşat'ın fen bilgisinden aldığı 10 numara değil, Adıgüzelin kapıyı çalmadan güm diye içeri dalışı hatırlanır, ona gülünmüş ve azar işitilmiştir. Sınavlardaki sorular değil kopyalar konuşulur, çok özel yöntemler efsane gibi kuşaktan kuşağa aktarılır.

Soğuk bir Ankara sabahıdır, okulun camları kırık ve kaloriferleri yanmamaktadır. uzaklardan silah sesleri gelir, okula yürüyerek gelinir. Az sonra tek tek sıralar dolacak,başkan Zapo yoklama yapacak,olabildiğince gayrıciddi bir yoklama olacak bu, itişmeler, gülüşmeler, havada uçan kağıt topları, silgiler tebeşirler,korna ya da hayvan sesi çıkaranlar, sıralara vurup tempo tutanlar... ve ders başlayacak, ama hepimizin aklı hala yaramazlıkta,dersi veren hocanın otorite derecesine göre açıktan ya da gizli azmalar devam edecektir.

--sürecek--

Thursday, February 21, 2008

Tersanede Ölümün Güncesi

Sevgili Latif, senden izin almadım bunu bloguma koymak için. O nedenle "sil !" dersen hemen kaldırabilirim. Çatışma dönüp dolaşıp yine sermaye ile emek arasında oluyor, sanki çok eski bir kehanet gerçekleşir gibi. Ankara'da (büyük ihtimalle kısa sürede kendiliğinden dağılacak olan) bir avuç grevci işçinin üzerine -5 derecede su sıkılıyor. Birileri "uyanın" demek ister gibi sanki.

Tuesday, February 19, 2008

ULAŞ BARDAKÇI

Rasih Ulaş Bardakçı, 36 yıl önce Arnavutköy'de bir evde kıstırılıyorsun.Teslim olmuyorsun.
Yaptığının ne kadarı doğrudur ne kadarı yanlış, bunu her zaman doğru ölçemem. Ama işte bak, karşısına çıkıp "yeter artık" denmesi gereken o bozuk düzen aynıyla devam ediyor.Daha da bozularak, daha da yozlaşarak...

Sunday, February 17, 2008

Mark Knopfler'ın Son Albümü Üzerine...

"Mark Knopfler da kim dayı?" diyenlerin vatandaşlık işlemlerini iptal ettirip geçici pasaportları ile sınırdışı ettikten sonra konuya girelim yavaşça. şöhretini tamamlamış, sayısal ve sözel her türlü imtihanda ismini sınıf listesinin en tepelerine yazdırmış adamlar etiletlerini bir bir yere çarpıp küçük güzel işler yapınca bayılıyorum.mark knopfler tam da bunu yapmış, müdavimlerinden başkasının adını bile bilmediği bir barda bir avuç sarhoşa çalar söyler gibi, ve hatta kendisi bizzat o sarhoşlardan birisi gibi...iddiasızlığı ile çarpan bir ton, tarzı ve tavrı olan bir gitarist, bir şarkı yazarı, bir solist.belli ki knopfler'ın bu dünyayla ilgili dertleri bitmemiş.uykusunda konuşsa da dünyanın en mühim sözlerini edebilen kimsesiz bir yatılı okul talebesi gibi mırıldanıyor. albüm (muhakkak ki overdubbing olmuştur ..) sanki bir defada 8 kanallı artık çoluk çocuğun bile garajına bulunan bir mikserle kaydedilmiş gibi. Kapağına ayrıca kesildim, hatta kapağına albümü dinlemeden evvel kesildim. Sanki o vespalar demin söylediğim adısz orta sınıf barının önünde bir yerlere parkedilmiş.yağmurlu bir cumartesi öğleden sonrasıdır ve edilecek önemli sözler, içilecek biralar ve gidilecek uzun yollar vardır daha.

Monday, February 11, 2008

evet, yine yazılmayan bir döneme girmişim...sözün bittiği yer gibi tıpkı,yazının bittiği yerler ve anlar da var demek ki. denizli'ye gittim sevgili blog, seni götüremezdim yanımda. hem sen her gittiğin yere beni götürüyor musun ki? neyse, bu karşılıklı tavır yapma falsını geçelim hele bir yol. birşeyler izliyorum, birşeyler dinliyorum ve birileriyle birşeyler konuşuyorum, bunların hepsi birden bir yumak gibi alıyor beni , geçmişime götürüyor. geçmişin en zorlu günlerine..annemi babamı sokka ortasında öldürürler mi diye korktuğum, ama bu korkumu kimseye (kendilerine bile) anlatamadığım günlere. yaşamın her santimetrekaresi tuzaklarla doluydu sanki, bir sabah okula diye çıkılıyordu evden ve bu kısacık yolculuk adsız kara bir namlunun ucunda bitiveriyordu. öldürmek için sebep arayan öfkeli bir millet, o zamanlar gerekçesini bulmuştu. her sebepten öldürmeyi başarmış bir millet, bu kez (ve belki de ilk kez) fikir yüzünden öldürdüğünü ( ve öldüğünü) iddia ediyordu. bu sorunun cevabı çok canımı yakabilir diye bir türlü soramam, acaba yanılıyor muydu (k)? Yok, hayır, cevap istemiyorum, basit bir teselli bulmak istiyorum.kanları tozlu gecekondu yollarına bulaşan çocukların, sedat'ın, selçuk'un (sedat'ın yeğeniyle hala görüşüyor olmam ne tuhaf, yeğeninin kızının oğlumla aynı sınıfta olması daha da tuhaf) bu çocukların küçücük yaşta kendilerine kurulan tuzaklarda helak olmalarının açıklamasını kim yapabilir acaba? bana değil, ana babalarına elbet.