Thursday, October 30, 2008

Orta Yaşlı Bir Yazarın Cumhuriyet Bayramı Konulu İlk Şiiri


Şiirin konusu bir Cumhuriyet Bayramıdır
Herkes bir cumhuriyettir aslına bakılırsa
Babam bile bir cumhuriyettir ikinci karısıyla
Bakmayın yoksul bir emekli olduğuna
Bizi öfkeli ve tedirgin büyüttü

Renkleri iskambilden aşırılma izciler
Kızmasınlar şimdi bana. Biz de o oyunlara düştük
Uykusunu almamış askerler
Bıyıkları burulu at polisleri
Yelekli belediye başkanları ve süslü valiler
Herkes kendine göre bir cumhuriyettir

Herkes bir cumhuriyet kurabilir bahçesine
Önemli olan istek, plan ve malzeme
Çalışmak ve yükselmek yüreklerde çıngırak
İster ısırgan otları bürüsün
İster öksürük çiçekleri süslesin
İster karpuz kes otur ve ye, kendi bahçendir

Tarlalar ve Fabrikalar dolusu bir halkın kalkışması
Kurduğu zaman fakat kendi öz uygarlığını
Başka türlü sesler geliyor bandodan bile
Giderek anlam kazanır her türlü cumhuriyet
Yoksa bir şair niçin ve nasıl yaşasın

Aksi halde cumhuriyet konusu
Hoyrattan kurtaramaz kendisini ve bayatlar
Şablonla yazılan saçma söylevlerde
ve İzci arkadaşların şapkalarında

Durum işte budur
Saygıdeğmez düşmanları şiirimin
ve Cumhuriyetçi dostları kahkahamın
Ben sakallı söylerim sözü
Yarına inanmasam bugünü kurcalamam

Ergin Günçe
1976

Kilink

çok korkardım ondan,ortada o kadar korkulacak şey varken korkmak için neden onu seçtiğimi bilmiyorum. evlerin açık camlarından girerdi, kadınlarla ya sevişir ya da onları öldürürdü ( kadınları çözmüştü :) ) uzun da bi rtabancası vardı. filmlerini filan izlemedim (izin yoktu) ama fotoromanlarını alıp yarısına kadar okurdum. bir sürü filmi çekilmiş ve sonra çoğu kaybolmuş, şimdi hepsi birleşince bir film mi ne ediyormuş. yanılıyor da olabilirim, böyle kalmış hatırımda.
bloglar açıldı, ben de açılışı Kilink ile yapmak istedim.

Sunday, October 26, 2008

Engelleme-2

Ben de sadece bana oldu sanmıştım.Tüm blogları kapamışlar. İçlerinde kelebeklerden, kedisinden, gitarından, eski sevgilisinden, yaptığı pastadan,dinlediği son albümden filan bahseden yüzlercesi var. Ülkemin ilkelliklerinin bitebileceği beklentisi ile yaşıyorum uzun süredir. Ne zamandır? Şu: 1977sonbaharında Esenboğa Havaalanına uçakla iniyorum, Almanya'dan.Alanda elektrikler kesiliyor, iniş gecikiyor, gerilim oluyor. 4 uçak aynı anda iner, bavullar için bant zaten yok, getirip yığarlar bir salonun ortasına.Dışarıda pis bir yağmur biryandan.Işıklar bir yanıyor bir sönüyor.Havaalanı değil toplama kampının girişi sanki. 2 senedir uzak olmama rağmen çocuk aklım bu ilkelliği kabul etmek istemedi. Hala da etmiyor. Ülkeme ait bütün ilkellikler bitmeli.

Friday, October 24, 2008

Engelleme

Blogum engellendi.Açmaya çalışılınca bu yazı çıkıyor.Hayırlısı bakalım...


Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.

T.C. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir.

Access to this web site has been suspended in accordance with decision no: 2008/2761 of T.R. Diyarbakır 1st Criminal Court of Peace.

Tuesday, October 21, 2008

16 MART KATLİAMI

evet, bir soğuk bir ankara sabahında radyodan duymuştum olan biteni, o an hala aklımdadır. üniversite'de öğrencisin, eğitim alma çabası içerisindesin ve tepene bir bomba. elbirliği ile. bu olay yapılışından beri hiç gizli kalmadı, daha ilk yıllarda yapan isimler anılmaya başlamıştı. şimdi gazeteler 'zaman aşımı' na uğradı diyor. dava açılamayacak, faillerden birisi "ben yaptım" diye ortaya çıksa bile suçlanamayacak. belki de gazetelere mülakat filan verirler,anılarını yazarlar. nasıl olsa 'tehlike geçti'. böyle bir olayın zaman aşımı olur mu yahu, zaman bunun üzerinden aşabilir mi? zamanı bunun üzerinden aşırtabilen bir YAZARI TARAFINDAN SANSÜRLENMİŞTİR?

Monday, October 20, 2008

eski gemi,yeni rüzgar

sevgili günlük...kimse beni uyarmadı, şimdi eski bir gemi olarak kayalara çarpmış gibi hissediyorum. 4 bir yandan hatta varsa eğer, 5 bir yandan kuşatılmışlık duygusu. giderek daralan bir hayat. bir oda istiyorum, yalnız kalmak ve yazmak için, sürekli anonim olmaya, ortalarda olmaya zorlanıyorum.kasabada bitmek bilmeyen bir soytarı düğünü ve kalk oyna diyen taşralıların düşük değerlerine gark oldum, gazeteler bunu da yazar mı? kaptan olsam gemimle batarım, fare olsam gemiden kaçarım, ben çürüyen geminin ta kendisiyim. sevgili günlük, bana erzak, pusula, biraz da rüzgar gönder.

Tuesday, October 07, 2008

Adalet ve Denge

aslında adalet ve denge gibi önemli konularda yazmak isterdim. konuya şekil olsun diye terazi resmi ararken bu bacıya rastladım. yazacaklarımı bir an unutup kadın memesinin önemi hakkında laflar etme kararı verdim. sayısal olarak erkek memesi ile aynı olsalar da, ebat, işlev ve süreç açısından önemli başkalaşımlar gösteren kadın memesi bugünkü konumuz. efendim, genellikle iki tanedirler biliyorsunuz, tek ya da hiç tane de olabiliyorlar, meme kanseri diye bir şey duymamış olacak kadar öküz değilsiniz, diy mi? meme kanseri...ölümcül olabilir, tek memeyle ya da biyopsiyle kurtaranlar şanslı sayarlar kendilerini. demek ki neymiş, o memelere sahip olmak bir de risk içeriyormuş. risk, değeri (genellikle ) artırır.

memeler, kadın memeleri. ayıp olmasın diye "göğüs" filan da diyorlar, "meme" lafı fazla "halk" a ait gibi, ondan mıdır acaba?gereksiz popülizm yapmayalım, geçelim. önemli işlevlerini biliyoruz, ergenliğini geçmiş ya da tam orada saati takılmış erkekleri uyarmak dışında,aç çocuk doyuruyorlar. bu kısmı çok önemlidir, eğer iyi çalışırlarsa bir bebeği (hem de çok sağlıklı bir şekilde) bir yaşına kadar büyütebilme ihtimalleri var.

kendi içlerinde bile farklı ölçüleri var, onlar için hazırlanmış özel kıyafetler var, her "size" ın farklı meraklısı var. bir fetiş nesnesi midir? evet, kesinlikle öyledir.
bir denge unsuru mudur peki? aslında değildir, iyi incelersek (izin verirse sahibi) yan yana duran ikisinin bile birbirine tıpatıp uymadığını görürüz. iyi bakılırsa canlılığını korur mu? evet,korur, bir bahçe gibi de düşünebiliriz bu aşamada memeleri.
en hassas soruyu sona sakladım, "çok oynarsak bozulur mu?" evet, her hassas şey gibi formu da ayarı da bozulabilir. tadında bırakalım.

Monday, October 06, 2008

Borsa Çökerken

Şimdi efendim, eğer kurgusunda (kaderinde) "çökmek" de varsa, çöktüğüne hadi üzülmemek demiyelim de, şaşırmamak gerekir en azından.Ünlü Türk düşünürü Nasreddin Hoca'nın dediği gibi : "Doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne neden inanmıyorsun?"



Durum basite indirgenmeye son derece müsait:Birilerinin elinde para var, çok para, bu parayı bir takım adamlar alıp başka ihtiyacı olanlara veriyor, ve bu işten her halukarda kar ediyor. Edemezsin efendim, bir yerde gelip tıkanır. Tıkanacağını (teorik olarak) kendileri de biliyor, bu eşşoğlueşşeklerin çoğu dünyanın en iyi okullarından mezundur. Pratiğe gelince, bir ağlama, bir feryad. Durum basite indirgenemeyecek kadar da önemli, parası az ve idarecileri (bizimki gibi) cıvık ülkelerde bir sürü insan fazladan yoksullaşıyor, bir sürü çocuk sokaklara terkediliyor, bir sürü kadın orospu oluyor. Neden? Bazı adamlar parayı da tıpkı bir mal gibi döndürüp dolaştıralım derken testiyi ellerinden düşürdükleri için.



Bu yorumu günlük gazetelerden birisinin internet sayfasından aldım. Yazanı tanımam, ama bana uydu son derece: "Adamlar ellerinin arasına başlarını koyup düşünüyorlar ya, keyif alıyorum.1500 dolara öğle yemeği yiyorlarken milyonlarca yoksul kuru ekmeğe muhtaçken dünya umurlarında değildi.Biz zaten alışığız.Yoksulluk kaderimiz değil ama bu adamlar yüzünden,üretmeyenler yüzünden zordayız. Yazan:Ahmet Baş"

Sunday, October 05, 2008

Laura Nyro

Laura Nyro, bugün ne doğum ne de ölüm yıldönümü. Ama hep aklımda. Kıymet kadir bilmemenin ne kadar fena bir davranış tarzı olduğunu müzikseverin yüzüne çarpan albümleri var, "daha iyisini bulursan ona takıl" diyebilecek kadar iyi (dememiştir muhtemelen ya) sahne performansları var, soul, jazz, gospel,folk, hepsinde yazılmış birbirinden güzel şarkılar var, üstün bir piyano tekniği ve adamı alıp götüren bir vokal var...ammavelakin albüm satışı, ilgi, sevgi, merak yok..." lan müzik dinleyicisi, o...çocuğu musun sen?" diye sormak geliyor ara sıra aklıma? Neticede Laura Nyro 1997 yılının Nisanında 50 yaşında kanserden öldü gitti. Plaklarını sorduğum bir new york plakçısı bakışlarını değiştirerek ve uyuşuk gözlerini parıldatarak bakmıştı bana. Bu parıltı, Laura Nyro'ya ait işte. Plaklarını almasanız da , adını hiç anmasanız da, azınlıklar ve onların gizli kodlarında bir parıltı olarak yaşıyor, Nyro ve onun gibiler.