Monday, February 11, 2008
evet, yine yazılmayan bir döneme girmişim...sözün bittiği yer gibi tıpkı,yazının bittiği yerler ve anlar da var demek ki. denizli'ye gittim sevgili blog, seni götüremezdim yanımda. hem sen her gittiğin yere beni götürüyor musun ki? neyse, bu karşılıklı tavır yapma falsını geçelim hele bir yol. birşeyler izliyorum, birşeyler dinliyorum ve birileriyle birşeyler konuşuyorum, bunların hepsi birden bir yumak gibi alıyor beni , geçmişime götürüyor. geçmişin en zorlu günlerine..annemi babamı sokka ortasında öldürürler mi diye korktuğum, ama bu korkumu kimseye (kendilerine bile) anlatamadığım günlere. yaşamın her santimetrekaresi tuzaklarla doluydu sanki, bir sabah okula diye çıkılıyordu evden ve bu kısacık yolculuk adsız kara bir namlunun ucunda bitiveriyordu. öldürmek için sebep arayan öfkeli bir millet, o zamanlar gerekçesini bulmuştu. her sebepten öldürmeyi başarmış bir millet, bu kez (ve belki de ilk kez) fikir yüzünden öldürdüğünü ( ve öldüğünü) iddia ediyordu. bu sorunun cevabı çok canımı yakabilir diye bir türlü soramam, acaba yanılıyor muydu (k)? Yok, hayır, cevap istemiyorum, basit bir teselli bulmak istiyorum.kanları tozlu gecekondu yollarına bulaşan çocukların, sedat'ın, selçuk'un (sedat'ın yeğeniyle hala görüşüyor olmam ne tuhaf, yeğeninin kızının oğlumla aynı sınıfta olması daha da tuhaf) bu çocukların küçücük yaşta kendilerine kurulan tuzaklarda helak olmalarının açıklamasını kim yapabilir acaba? bana değil, ana babalarına elbet.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment