geceyarısı gölün kıyısından geçerken arabayı durduruyorum, konuşmadan anlaşıp yürümeye başlıyoruz. gölün yakınında değilmişiz
sandığımız kadar, yürüyoruz yürüyoruz ve çakıllarına ulaşıyoruz ay altındaki karanlık gölün. sen bir ses geldiğini söylüyorsun
gölün dibinden, ben o sesin yıllardır orada durduğunu (biliyorum) söylüyorum.
ortalık iyice kararsın diye gidip arabanın farlarını söndürüyorum, seni bir an seçemiyorum, sonra gölün üzerindeki küçücük
bedenin seninki olduğunu farkediyorum. Çırılçıplak yüzüyorsun. Senin yanında yüzmek değil sana böyle bakmak istiyorum,
gölün kıyısındaki ıslak çamurların içine oturuyorum
beni korkutacak kadar uzaklara ve derin yerlere gitsen de ben tutuyorum kendimi, çakıllar alıyorum elime, bazılarını senin icin,
bazılarını da kendim için ayırıyorum. sonra çakıllar birbirlerine karışıyorlar.
gölün karşı kıyısında parıldayan bir cift göz görüyorum, bunun bir tilki ya da kedi olabileceğini düşünüyorum. Derken sen
geliyorsun, ıslaksın, çıplaksın ve sanki hep bu halinle görmeye alışmışım gibi seni, sana bakıyorum. Hic daha önce böyle
görmemiş gibi. Çamurun içinde birbirinden farklı boyutlarda ayak izleri bırakarak yürüyorsun, kendi ayağımı o izlere koyup
eşlemeye çalışıyorum. bazen tıpatıp uyuyor, buna şaşırıyorum.
sen çalıların arasına giriyorsun, peşinden gelirken gördüğüm çiceklerin ve otların isimlerini merak ediyorum.ama bu isimleri bir
kitaptan okumak istemediğimi söyleyeceğim sana bir kaç dakika sonra.
su kuşları ilk ötüşleri ile şafak vaktinin yaklastığını bildiriyorlar. Yanıma geliyorsun, saçların ıslak, ayakların çamur içinde. iki elini
tutup kaşlarımı yukarıya kaldırarak mor bir gecenin sonuna uzanan ağaçların en yüksek dallarını gösteriyorum sana.
gülümsüyorsun.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment