Ergin Günçe, gideli bugün tam otuziki sene olmuş... Gittiğinde ardında kalan dünya çok da değişmedi. Güzel insanlarını daha büyük bir kıyımla yok etme arzusuna tümden yenik düşmekten başka… Düşünmenin yasaklandığı, hoyrat ve yeşil üniformalı bir Türkiye mevsiminde yola çıkmıştı. Akademisyenlerin karatının cezaevi avlusunda milli marşa uyum kapasitesiyle ölçülmediği bir uzak yere doğru. Çıktığı yolun dönüşü yeni bir “gencölmek” başlığı yaratmasaydı ve yazmaya devam edebilseydi eğer, aradan geçen otuziki senenin derinden kederli tarihine, inceden yazılmış şiirlerle biraz daha yaklaşacaktık… Ya da biraz daha duracaktık, bilmediğimiz renklerin arasında. Olmadı. Dönerken ıslık çalmanın sakıncalı olduğu zamanlardayız artık.
(Seda Başer)
Friday, January 16, 2015
Wednesday, January 14, 2015
Paris'te 12 kişinin öldürülmesinden kısa bir süre sonra Nijerya'dan 2000 ( belki de 2500) kişinin benzer sebeplerle öldürüldüğü haberi geldi. Paris için ayaklanan dünya Nijerya için sessiz kaldı. İnsanlığı, dünyayı, geleceğimizi, gezegeni, ...bildiğimiz sevdiğimiz ne varsa hepsini mahvedecek eşitsizlik budur işte.
İki gün sonra babamın 32 sene önce öldüğü gün. Eğer ölü sizin evden çıkıyorsa 2500 değil 12 de değil 1 sayısı bile çok fazladır.
İki gün sonra babamın 32 sene önce öldüğü gün. Eğer ölü sizin evden çıkıyorsa 2500 değil 12 de değil 1 sayısı bile çok fazladır.
Tuesday, January 13, 2015
genç ve ilgisiz bir tanrının ortaokul bitirme ödevinden "C" alıp zorlukla geçen projesi miyiz? bence öyle. her yanı eksik bir üretim olan insandan bahsediyorum. kafası soruyu soracak kadar gelişip cevaba acı çekecek kadar uzakta kalan insandan. yaşadıklarımızın ortak adı bu "acı" işte. cevabı bulamamak, ve bulmak arzusuyla her yere dalcınmak. kavanozdaki balık gibi.
Monday, January 12, 2015
üzerinden uzun sayılabilecek bir zaman geçince insan neleri hatırlıyor...Almanya'da son senemdi, o dünyalar güzeli ağaçlık yoldan ve eski demiryolunun kıyısından okula gidip geldiğim küçük bir bisikletim varken gidip bir tane de büyüğünden aldım. Babam "oğlum ne gerek var" dedi, haklıydı. Ama şimdi haklılığı değil mesele...aylardan Ocak ve bu ayın çok rezil bir 16. günü var. Anılar ve her türlü hüzün verici şey bu ayın ikinci haftası dansetmeye başlıyor kafamda. O gün bisiklet almaya gidişimiz ve babamın, ama kızmadan, usulca ve sanki itiraz etse de sonunda kabul edecek ses tonuyla " oğlum, bir bisikletin var, ne gerek var" deyişi, ses tonu...tüm ayrıntısıyla aklımda işte.
akıl ve bellek...ne acayip şeylersiniz.
akıl ve bellek...ne acayip şeylersiniz.
öfkem azalınca yazı dizisini de yarıda bıraktım. İyi ettim. 2. bölüm yarışma ve diğer konulardı, 3. bölüm bazı editöryal yetersizliklerin özeti gibiydi. Gittim YKY ile anlaştım, kitap basıldı ve dağıldı. Neden YKY ile anlaştığımı soranlara bir tane sağlam patlatmak istiyorum fakat maalesef yüzüme karşı sormuyorlar, internetten kimseye patlatılamıyor. Yine de açıklayayım: Oturmuş bir yapısı olduğu için, kural kaide çerçevesinde davrandığı için, dağıtımı yeterli ve düzgün olduğu için, "kitabı basıcaz" deyip de 1 yıl filan ses çıkartmayan editörlere sahip olmadığı için YKY ile anlaştım. Kitap orda...alacaksanız alın almayacaksanız gereksiz laf ebeliğiyle beni yormayın. Sahip çıkmayı beceremediğiniz bir Ergin Günçe var, bunun yükünü bana yüklemeyin.
Subscribe to:
Posts (Atom)