Sunday, December 31, 2006

evdeki kalabalığı akıllıca bir manevra ile savuşturdum, akşam 6 ya kadar ev benim, sigara da içerim dansöz de oynatırım (sahi hakikaten yapsam mı acaba? ) sonra ben de yorucu kaderimle ve bitmeyen çilemle bilmem kaçıncı kez yüzleşip kendi kendime geçmişteki seçim beceriksizliklerim için bütün gece sövüp saymak üzere topuklayacağım...hem bayram hem yılbaşı, burjuvalaşma sürecinde birhayli yol kateden ve çekirdek aileye can-ı gönülden bağlı olup da kalabalık aileye sedece Fellini filmlerinde tahammül gösterebilen bendenize biraz fazla gelecek...
-merhaba
--merhaba
-iyi bayramlar
--size de
-nasılsınız?
--iyiyim hamdolsun siz nasılsınız?
-ben de iyiyim
--(tamam diyalog bitti hadi sktr git)
bu sonuncusu benim kafa sesim, kimseye demedim şimdiye kadar...ama işte burda bile bitmiyor gereksiz bir sürü soru, nerde çalışıyorsunuz , şöyle böyle, memleket meseleleri, Saddam'ın idamı bile konuşulur korkarım, sanki ben astım adamı...

neyse, "evde tek başıma" yım, değerlendirsem bari...bir müzik açarım, bir pipo içerim, biraz uzanır kitap okurum...işte bu da benim bayramım...

Saturday, December 30, 2006

Sabah idam edildiği haberi geldi...Kötü bir adamdı, sanırım kendisinden daha kötülerin olabileceğini hesap edemedi...
dün yükleme fazla geldi, bugün de devam etti sabahtan ama uyudum uyandım uzun bir öğleden sonra ve şimdi daha iyiyim...hastalıktan kalkmış gibiyim...uzayıp giden ve bitmek bilmeyen onarımlar sinirimi bozuyor, böyle anlarda hiç ummadığım kadar düzen takıntıları geliştiriyorum kendi kendime, şaşırıyorum...

bana küçükken yapılanları yanlış olduğunu bile bile oğluma yapıyorum...insan bir yanlışın peşine neden takılır...hemen söyliyeyim, çaresizlikten, doğruyu bulamamaktan...elde ne varsa onunla idare etmek çabası içindeyim, öfkemi denetlemekte zorlanıyorum...

bu akşam iyi de birşey oldu, artık neredeyse " boşuna mı aldım acaba ?" sorusunu sormaya başladığım sevgili alto saksofonumla elle tutulur bişiyler çalmayı başardım...bu denli iyi bir ton yakalamak beni sevindirdi, demek uğraşsam daha da iyi çalacağım...birini bulsam ve ders alsam hele...tam süper olacak...

son iki gün yorgunluk tavan yaptı, bayramda dinlence umuyorum kendi kendime...herkese...tüm gençlere ve genç kalanlara ( bu da ne demek be???)

Friday, December 29, 2006

This post has been removed by the author.

Thursday, December 28, 2006

yılbaşı gecesi biryerlere davetliymişiz...pöhhh...
pek tercih etmeyeceğim biryerlere, hiç gitmek istemediğim biryerlere...bana soran olmadı,olmaz da zaten, ben "soru sorulan" değil "talimat verilen" kişisiyim bu oyunun...
bayram ziyaretlerinden zaten hiç hoşlanmıyorum,tanımadığım ya da tanıyıp da fazladan hisler beslemediğim insanlarla zoraki bir nezaketi paylaşmaya çalışmak çok canımı acıtıyor...hem "zorlama bayram "hem de "zoraki yılbaşı partisi", ikisi aynı güne gelecek ve aşırı doz...kendime gönüllü nöbet mi yazdırsam acaba? o tarafa doğru kimsenin itiraf etmediği, tartışamadığı, konuşamadığı ve fakat herkesin da aynı anda bildiği bir gidiş var...buna "kötüye gidiş" diyorlar...bunlardan beni çekip çıkaracak birşey yok mu şu denizlerinde 200 farklı çeşit balinayı barındıran alemde (sayı tutmadı galiba ya , neyse...)

Wednesday, December 27, 2006

oy anam oy, hava çok soğuk...kimbilir şu saatlerde kaç kişi böyle yazıyordur sağa sola...hiç soğumayacakmış gibi yapınca havalar, biz de kendimizi Hawaii de zannettik...yok, o kadar değil, ama işte gelmeyecek zannediyorsun...Halbuki eksikleri bol bir şehir olan ankara'nın kışı iyidir, soğuk olur, "buradayım" der, üşütür, sonra da yerini bir aydan daha fazla yaağan akşamüstü yağmurlarına bırakıp gider...Daha çok var onlara, kış yeni başladı...

Kar yağsa ve kırsaldaki eve gitsek ve mahdum efendi ile kızak kaysak...mavi çamımız var, onu da süslemek istedim, ışıklar yansın geceleri ve geyikler kızak çeksin...olamaz mı?

Tuesday, December 26, 2006

baba, büyüksün...

Monday, December 25, 2006

Kendi Bıraktığım İzlerde

Kendi bıraktığım izlerde

Yürümeye
ne gücüm var
ne de anlamı var

bunun
Varsın ters yüz olsun yüreğim
Varsın pelteklesin dilim
Konuşmayı unutan ya da
Yeni bir dile başlayan gibi

Tüm bu yararsız anlamsız
Döküntüleri
Kurumuş çalılar gibi
ateşe vermek isterim

Attila Jozsef
dün ekmek götürürken eve fırından, yan sokakta bir apartmanın girişinde oyuncak olmak için fazla ufak ama sahici de olamayacak kadar mukavvadan yapılmış bir tank gördüm... herhalde birşeylerin dekorasyonu için kullanılacaktı, ya da kullanıldı ve oraya geri bırakıldı...
şimdi ben de inanamıyorum ve anlatırken sanki kendimden değil de tanıdığım birisinden bahseder gibi bahsediyorum.ama işte tıpkı da bir belle and sebastian şarkısında söylediği gibi," i fought in a war"... bu hakikaten de oldu, savaştım, savaşı yaşadım, yaşanabilecek boyutları ile...
sevilecek bir şey değil ve fena halde bağımlılık yapıyor , bellek oraya kilitlenip kalıyor çünkü...korku eşiği geçilince (zor da olsa geçiliyor) bir umursamazlık, kendine güven ve gizli bir ölme isteği gelip yapışıyor...bu anı çok zevkli, artık sanki öldüm de geri gönderildim ve kendi hayatımdan çalarak uzatmaları yaşıyorum gibi bir garip hiz, bir baş dönmesi...savaşa gidenlerin "savaş çok kötü" demelerine bakmayın (tabi ki çok kötü) hepsinin kafasının bir yeri artık o savaşa ait, ve tekrar gitmek isteyen bir sapık yaşıyor içlerinde, bazısı itiraf edemez bunu...
belki de insanoğlunun normali savaş, biz normalle anormali birbirine karıştırıp sonra da "neden öyle de böyle değil " diye dövünüyoruz...
hayır, oğlum gitsin istemem, eğer bunu soracak bir kurnaz varsa (hep vardır) hemen vereyim cevabını...

Sunday, December 24, 2006

gecenin bu saatinde canım çay istedi...ortalık sakin, mahdum bey çoktan uyudular, rüyasında barajlar, savaşlar, yavru kediler ve köpekler görüyor olmalı...
senenin son haftası, ilkinden pek de farklı görülmüyor, hava biraz soğudu, yağış olmazsa suları keseceklermiş...sususluk bana silah alıp birilerini vurma duygusu veriyor, bir insan akıl sağlığı henüz yerinde iken (değilken zaten farketmiyor) ne kadar rahatsız olabilirse, yani bunun için (muhakkak vardır) bir üst sınır varsa ve o artık herneyse, işte su kesilince saniyeler içinde tam da o noktaya ulaşıyorum...öteki evde depo var, sakin karşılıyor ve küçük su motorunu çalıştırıyorum sadece...
küçük sandviç ekmekleri sertleşmiş, mahdum için aldıkama o yiyemez, mecbur bize kaldı, dişler sağlam ihtiyarlık henüz dişleri vurmadı...
bu müzik işlerinde "tamam , oldu , biraz da dinleneyim" diyebilecek miyim acaba birgün...hadi 2007, bak senden ileri derecede umutluyum, sanal bir hadisesin biliyorum ama işte, başka umutlanacak şey bulamayınca insan yıldıza, ge4zegene, yörüngeye sardırıyor...

hadi gittim, daha yapacak işler var...

Saturday, December 23, 2006

yoruldum, yorgunum...evdeki iki "birbirinianlamayan" a kızdım, bağırdım, biri ötekine ders çalıştırıyor güya, son verdim eylemlerine, gidip yattılar... ne zaman yorgun olduğumu söylesem, nedense hiç kale alınmıyor...gidip aynaya bakıyorum hemen, çok mu dinç görünüyorum da kimse inanmıyor diye...yok, öyle de değil...nedenini bulamadım, sanırım kimsenin işine gelmiyor..."evet, yoruldun" dense arkasından "dinlen" denecek..."hayır, yorulmadın" dense ben arıza çıkartacağım, ayrıca hiç sevmem ikide bir hastalanan yorulan şikayet eden zayıf bünyeleri, ama ben bu ara Y-O- R-G-U-N-U-M, yeminle bak...
hayvanlar gibi olduğu yere çökmek en iyisi, o zaman ister inansın ister inanmasın, karşıdakini yapacak şeyi de kalmıyor...bir gün denesem, bu koftiden hastalık numaralarını hiç beceremem ama mesela şu ara numaradan bir bayılma bana birkaç haftalık inandırıcılık kredisi ile dinlenme şansı sağlardı...

neticede: yorgunum...

Friday, December 22, 2006

giderim zorunluyum yabancı bir ülkeye
telefonun ucunda, yazanlar yokuşundan öte
kuğulu parkı kıvrıldığında otobüslerde
boşaltılmış bir evin camlarından uzatarak başını
ve kalem kutularında uyku minderlerinin
ağlanarak uyunan gündüz güneşliğinde
anar beni açar bir parantez olarak

e.g.
her şey dönüp dolaşıp "kabullenmeye" varıyor...kabul edebildikten sonra sorun yok...neyi mi? kabul edilemeyecek her ne avrsa onu...
bazen geçmişimdeki boş hadiseler de birer anı olarak karşıma çıkıyor...frankfurt'tan gelirken ankara'ya uçak münih'te de durmuştu, tam 30 sene önce...bu hadisenin bir anı olabilmesi için gerekçesi yok,yani bir adam yerime oturmuştu hostese rica ettim kaldırdı ama buralara uçan uçaklarda çok sık oluyor hiç bir önemi yok zaten hemen kalktı hostes ikaz edince... bu yolculuk nedense arada bir kendini hatırlatıyor...

ne mi yapıyorum? durumumu kabul ediyorum...
türlü çeşitli engeller...bazen "en büyük engel hayatın kendisi " diyorum, ne dediğimin farkına bile varmadan...ağzımdan çıkanı kulağım duymuyor ve kendi kendime konuşuyorum...

Thursday, December 21, 2006

bu da bir blog böyle kabul etmek gerekir...bu hizmeti verenler allah razı olsun tabi alıp elimizden tuttular bir yerde ama işte önce zorladılar başkayere taşı diye şimdi de diyor ki buradan şeyedemiyoruz başka yerden şeyedin, bulduk ta ettik zar zor...
Geçen haftaya ait öfkeler azalıyor yavaş yavaş, ama işte çapsız niteliksiz insanların tekke bekleyip lokma kapma sevdası ve başarısı (ikisine birden performans diyorlar kısaca) hala arada sırada bir incesızı gibi gelip canımı sıkıyor.kafamda çok sivri fikirler var ve bunlar ticaretle uyuşmuyor, oysa ki günümüzde herşey ticaret, ve finansla uyuşmamak daha hiç bilin(e)meden tarihe karışmak, daha hiç nefes alamadan bir nevi ölü doğmak gibi. Lafı dönüp dolaştırmak istemem (aslında bayılırım) Orson Welles'in radyosundan söz ediyorum, bir tarafın ses verdiği ve öbür tarafın o sesi aldığı, iki tarafın da birbiri ile ilgili (işte bu kısmı çok heyecanlı) sadece önsezilere ve önyargılara sahip olduğu, yani iki tarafın da bilgilerinin son derece tutarsız ve flu olduğu bir ilişki radyocu ile dinleyici arasındaki. bir vakitler radyolar kullanarak bazı performanslar sergilemeyi düşünmüştüm ve bunu da (başka şehirde olmazmış gibi ) illa ki new york da yapmak istemiştim, bir defterde durur o tasarımlar. bir ara sevgili sessiz blog'umla paylaşayım iyi akıl ettim. o vakitler zaten new york da idim ve şehrin nedense böyle antin kuntin faaliyetler için pek bir davetkar havası var.bir fm frekansına ihtiyaç duyuyorum, acilen ve yüksek doz.
bu da bir blog böyle kabul etmek gerekir...
madem ki bu neredeyse hiç okunmayan bir blog, ben de onu topuğundan vurayım...yok yok ayıp...

bugün de meyve vermeyen ağaçlara benzedi...bir işe başlasam da yarım bıraksam ona da razıyım...

1. stüdyo bitecek
2. grup hazır edilecek provalar filan
3. davulcu ritm sektirirse beynine inilecek
4. mahdum bey in daha yüksek notlar alması sağlanacak (özellikle ecnebi lisanlardan)
5. saksofon dersi alınacak (yok yok öylesi değil enstrüman olanı)
6. radyo işi acilen halledilecek, gerekirse söz vermiş olanlardan finans desteği sağlanacak

hadi be günlük, göreyim seni...daha da çok iş var yapacak ama birisi hallolsa hepsi birden hallolacak gibi de bir his var içimde.
madem ki bu neredeyse hiç okunmayan bir blog, ben de onu topuğundan vurayım...yok yok ayıp...

Tuesday, December 19, 2006

madem ki bu az okunan bir blog, ben de ona az okunan blog muamelesi yapayım (sebastian, kırbacımı getir) kafanın 15oo devirde sardığı aşırı yorucu bir gecenin sabahında işe gidilemedi, çok şiddetli baş ağrıları nedeniyle... çıkıp dolaşılsa sokaklarda, güzel bir gün bile olabilirdi, ama bütün gün uyununca görülen rüyalarla yetinildi...kendi kendine tedaviye inanıldığı için ilaç ta alınmadı, hem bilmez misiniz ki "zaman en iyi ilaçtır" ...bir de uyku tabi...
uyudum, uyandım, ev rutin akşamüstünden geceye dönüyor. birazdan sıkı bir filitre kahve (büyük insanlık atom bombası ve jet tayyaresi'ne harcadığı mesainin birazını da kahve neslinin ıslahı için harcasaydı şimdi ne süper kahveler içerdik düşünmek bile istemiyorum...gerçi yine içiyoruz tabi de..) yaparım, ev fazla kalabalık olmadan belki bir pipo falan...alınıp dinlenemeyen cd lerler okunmayı bekleyen kitaplara ( o kadar da fazlalar ki , hangisinden başlayacağız? ) sonra bir bakmışsın akşam olmuş...
madem ki bu az okunan bir blog, ben de ona az okunan blog muamelesi yapayım (sebastian, kırbacımı getir)

Monday, December 18, 2006

bu madem ki bir blog, ben de ona blog muamelesi yapayım...
geçende bir arkadaşım ile indie müzik programı yapmanın kolaylığı üzerine tartıştık,biralarımızı yudumlarken...ona dedim ki: "bak hafız, allmusic diye pek sevdiğim bir web sayfası mesela, 2006'nın en dikkate şayan 25 grubunu yayınladı, kendi yorumlarıdır, ama bunlar piyasanın pek dışında özgür tınlayan isim yapmamış ( ama pek yakında yapması muhtemel) gruplar. az değil, 25 grup...Ben bir site biliyorum bu arada ayıptır söylemesi (hizmette sınır yoktur diyen bir felsefenin yakın takipçisi olarak http://www.insound.com/mp3/mp3s.php adresini de buradan verelim iyi bir şey indiren olursa bana da haber etsin), bunların hepsinin en az 1-2 parçasını 2-3 dakikada ücretsiz (ve legal) olarak bilgisayarına indirmek mümkün. sonrasında bir playlist 'e bile gerek yok neredeyse, koy hepsini winamp'e,ayarla shuffle' a çal rastgele, 25 parça 3 er dakikadan olsa eder sana 75 dakika...Programın bir saatse doldu gitti işte bak arttı bile...hadi 2 saatse, sen de eşek değilsin ya (aslında muhtemelen eşeksindir bunu böyle yapıyorsan) 2 şer parça koy...malumat lazımsa, hepsinin myspace alanları da verilmiş gir oku copy paste yap olsun bitsin...
"ama dado, olmaz ki, bu kadar hazıra konarak bu işler, nerede okumak, nerede yazmak..."dedi bana birasından bir yudum alıp, haklıydı...
"ama şunu biliniz ki sayın efendim, bu işler artık böyle yapılıyor,benim gibi hıyarlar dışında günde 2-3 saatini müzik okuyarak (dinleyerek demedim salaklık etme) geçiren pek kalmadı..." dedim...o da dedi ki,
"demek ondan son zamanlarda radyolarda dinlediklerim bir bka benzemiyor dado... " dedi...
bu madem ki bir blog, ben de ona blog muamelesi yapayım...
bu blog'u bir blog gibi kullanmak kararı ve azmindeyim...birazdan kavaklıdere birinci banka savaşları için zırhımı giyip yola çıkacağım. aklımda dün geceden beri "bağımsız müzik" in ne olması gerektiği ile ilgili fikirler uçuşuyor. Ham düşünceler var, beklesem armut gibi olgunlaşırlar mı acaba...Bağımsız labellar 50 lerde başladı,eli anca gitar tutup da "babalar (1)" kadar iyi çalamayanların "ben de oynicam " demesi 60 ların garage grupları ile başladı, DIY punk ile başlamadı ama punk ile patladı, yoksa 60 larda garage ve folk çular, 70 lerin başında da avant-garde cılar DIY işine girmişlerdi çoktan...indie denişen şey hepsinden de sonra, belki de 80 leri krutarmak için icad edilen içi boş bir kavram..indie denilen grupların bir kısmının şekilsiz retro grupları, diğerlerinin de fazla zorlama olduğu aşikar...smiths bile o kadar iyi bir soliste ve gitarist/şarkı yazarına aship olmasaydı retro bataklığında boğulurdu. 80 lerin (kanımca ) hakiki indie gruplarının kaderi ise ( yaptıkları onca iyi işe ve cesur duruşlarına rağmen ) yeni bir tükenme dönemine ya da nostalji dalgasına kadar unutulmak oldu. örnek mi, al sana orange juice, a house, inca babies, josef k...daha sayıyım mı? yok yok gerekmez...
bu blog'u bir blog gibi kullanmak kararı ve azmindeyim...
madem ki bu bir blog, ben de blog gibi mi kullansam acaba???
yorgun ve keyifsiz geçen bir haftasonu, daha çok Cem'in işlerine koşturdum.yoruldum, hafta başlasa da dinlensem diyorum. yarın (aslında saat hesabıyla bugün ) gidip bankayla kavga edeceğim, eskiden insanlar bankaları soyardı son zamanda bu bile tersine gidiyor...kafayı bozdukları bir 24 ytl 'm var, 3. çekişleri, umarım son olur.

bu müzik işini başaracağım herhalde 80 yaşına gelmeden. köşebaşlarını lüzumsuz ve bilgisiz insanlar tutmuş, onların pazarında tezgah açmam zor da değil imkansız. murat ile kendi işimizi yapacağız sanırım, özellikle tüm çalanları kendi seçtiğim-günahını sevabını -bahanesiz gerekçesiz alnı açık üstlendiğim bir radyo, ne de süper olurdu...tüm bir gün mesela o frekanstan şu meşhur waw sinyalini verebilmek ya da belki bir saat white noise verebilmek (daha fazla olmaz insanlara da yazık), radyoyu bir iletişim aracı olmanın kısıtlı havasından kurtarıp bir performans sanatının orta yerine yerleştirmek.sivri şeyler bunlar, kimsenin gtü yemez yapmaya, benim yer ama ratingle ve reklamla beslenen top 40 ye inananların dünyasında,bağımsızlığı hissetmeden sıkı bir web taraması ile alternatif seslere ulaştım sananların (ordan gidilmiyor halbuki) diktasında bizim ve değişik fikirlerimizin bir süre daha otobüslerde metrolarda sessiz sedasız kafamızın içinde dönüp durmalarının mecburiyeti var.bakalım zaman (ki kendileri bu aralar bir hızlanıp bir yavaşlıyorlar) ne gösterecek...
madem ki bu bir blog, ben de blog gibi mi kullansam acaba???

Friday, December 15, 2006

boş adamlara mesai harcamama kararımı
bilmem kaçıncı kez yürürlüğe sokuyorum

-d-
serin bir avluda
avcunda yem
ürkek kuşlara savrulan

küçücük bir aşk
yüzü kuşlarda saklanan

-d-
Hayat ne tuhaf, vapurlar falan...

Thursday, December 14, 2006

UÇUN KUŞLAR UÇUN
Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır
Ormanlar koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır.
-Rıza Tevfik-

Wednesday, December 13, 2006

Green grass surrounded this Simca Aronde, which was a million-seller in it´s days.Now the company (renamed Talbot after Peugeot takeover in 1979) is long gone and so did most of its products. (türkçesi: günü geçen böyle oluyor...)

Tuesday, December 12, 2006

hacıdayı, senin araban da bundan mıydı?

Sunday, December 10, 2006

TAYLAN ÖZGÜR CİNAYETİ

...haberini duyduğumuzda babamla yanyanaydık...o odtü de öğretim üyesi, ben ilkokul 1 öğrencisi...eski phillips bir radyoda akşam ajansında okundu adı...

Sonra babam şöyle yazdı :

Saat 19 haberlerinde Taylan Özgür'ü vurdular
Bütün yanaklarım sapsarı
Güneş, aklına tut bunları
Matematik, hesapla bunları

E.Günçe

Saturday, December 09, 2006

the blood oranges...albüm kapağı tanrısı sizi seviyor belli ki...vay şerefsisler...hacıdayı, bak, iki öküz...

Friday, December 08, 2006

hacıdayı, bu albümü keşke biz yapsaydık...

Thursday, December 07, 2006


hacıdayı, bak sadece gitaristin resmini koymuşlar kapağa...

Kuzey Afrika'da isimsiz bir prensliğin kederli mirasçısıyım...

(hacıdayı, bak bu o,tanıyorsun sen onu...evinin 2 sokak ötesinde bile sürgünde gibi)

Wednesday, December 06, 2006



güzel olan her şeye alkış tutmak tarzımız olmalı...yoksa biteriz...


hafta ortası, izinli olma durumu ve ankara'da gidilecek bir yer bulunamaması...

gençlik parkı ya da hayvanat bahçesi dışında...

bu şehir iyi değil diyorum, inanmıyorsun...hacıdayı, sana söylüyorum..ooo sen çoktan uyumuşsun bile...

Tuesday, December 05, 2006

denizler
ötesinde
bir
krallık

suya batmış
bir saray
midye
kabuklarından

Monday, December 04, 2006

çok uzun bir savaştı
uzakta kaldı şimdi
isimsiz ovalarda
sessiz yanan ateşler

Sunday, December 03, 2006

sunday morning
take me far
from the memories
of a war

from the stones of an
ancient wall

from the dust I
keep on the floor

from the feelings
always soar

Friday, December 01, 2006

yaşasın haftasonu tatili . . .